Sürekli Değişiyorsa, Bilime Neden Güvenmeliyiz?

Charismax

Copyright @ Charismax
Katılım
3 yıl 8 ay 13 gün
Mesajlar
25,269
Tepkime puanı
8,715
Yaş
35
Konum
Memed' Home
İsim
CHRS
Memleket
Neresi?
Meslek
IzdırapÇI
Cinsiyet
vtEvVy
Medeni Hal
Bilime ve bilimsel gerçeklere karşı kuşku uyandırmaya çalışan kişilerin en sık gündeme getirdikleri konulardan birisi, bilimin sıklıkla kendini yenilediği, bundan birkaç sene önce "doğru" dediğine şimdi "yanlış" diyebilmesi, yani zaman içinde güncellenmesidir. Bu şekilde sürekli değişen ve kendini yenileyen bilime güvenebilir miyiz? Şu anda "doğru" kabul ettiğimiz şeylerin, bundan birkaç on sene sonra "yanlış" olmadığını nereden bilebiliriz?



İlk olarak şunu net olarak söyleyerek başlayalım: Evet, bilime güvenebiliriz! Hatta öyle ki, bilime güvenme nedenlerimizin başlıcası, bilimin kendini yeniliyor ve güncelliyor olmasıdır. Bir diğer deyişle, tam da bu "yenilenme" özelliği nedeniyle bilime güvenmeliyiz. İzah edelim:

Evren'e dair düşüncelerimizin en temelinde şu varsayım yatar: "Gerçek" denen bir şey vardır ve bu gerçek, bizim onu bilmemizden, anlamamızdan, keşfetmemizden bağımsız olarak gerçektir. Elbette çeşitli felsefe akımlarında bu temel varsayım da sorgulanmaktadır; ancak deneyimlerimizden yola çıkarak söyleyebiliriz ki, Evren içinde var olan olguların neredeyse hiçbiri, bizlerin onu algılamasına veya keşfetmesine bağlı değildir. Bizim haberdar olmadığımız sayısız unsur, varlıklarını sürdürmektedir. Biz keşfettikten sonra da var olmaya ve aynı şekilde işlemeye devam edeceklerdir. Dolayısıyla gerçekler, bizlerin algısından, keşfinden, kabulünden bağımsızdır.

Bu durumda soru şudur: O gerçeğe nasıl ulaşabiliriz? İşte insanlığı milenyumlar boyu meşgul eden soru bu olmuştur. İnsanlık, önce felsefe sayesinde kavramlar hakkında doğru ve sistemli düşünmeyi öğrenmiş, sonrasında sınanabilirlik (test edilebilirlik) ve yanlışlanabilirlik kavramları üzerine inşa edilmiş bilimi geliştirmeye başlayarak gerçeğe ulaşmanın en etkili, en objektif, en güçlü yolunu keşfetmiştir.

Ama bilim madem bu kadar güvenilir, neden sürekli yenileniyor? Neden kendini yanlışlıyor?
Aslında bilimin sürekli değiştiği iddiası büyük oranda bir algı yanılgısıdır. Bilimde değişen, çoğunlukla uygulamalı sahalardadır (tıp, mühendislik, beslenme bilimi, vb.). Bu demek değil ki temel bilimlerde (fizik, kimya, biyoloji, yer bilimleri) hiçbir değişim yaşanmaz; elbette yaşanır. Örneğin temel bilimlerde bir teori, bir diğerinin yerini alabilir. Bunun en meşhur örneği, Einstein'ın Görelilik Teorisi'nin, evreni açıklama konusunda Newton'un Kütleçekim Teorisi'nin yerini almış olmasıdır. Sonrasındaysa Kuantum Teorisi, evreni daha başarıyla açıklamak konusunda Einstein'ın teorisini geçmeyi başarmıştır. Ama bunun ne demek olduğuna az sonra döneceğiz. Öncelikle, bilimde gördüğümüz "karar değiştirme" olaylarını üç kategoriye ayıralım:

1. Uygulamadaki Değişimler

Bizim manşetlerden duyduğumuz yenilenmeler, genellikle doğrudan bizim hayatlarımızı etkileyen keşiflerdir; çünkü bunlar, bilim sahalarının uygulamasına yönelik değişimlerdir. Örneğin eskiden karsinojen (kanser yapıcı) olmadığı düşünülen bir besin maddesinin, yeni araştırmalar sonucu karsinojen olduğu sonucuna varabiliriz. Bu, temel bilimsel gerçeklerin değişmesinden değil, önceki uygulamanın devam etmesi sonucunda toplanan yeni bilgiler ışığında uygulamanın değiştirilmesinden kaynaklanır.


2. Kategorik Değişimler

Bilimdeki bazı diğer meşhur yenilenmeler, kategorik değişimlerdir. Örneğin bilimsel araştırmalar sayesinde keşfedilen Plüton'un bir gök cismi olarak var olduğu gerçeği değişmez; ancak bu gök cisminin kategorik olarak bir gezegen olmadığı sonucuna varabiliriz.


3. Yeni Verilerden Gelen Değişimler
Son olarak, bilimdeki bazı diğer değişimler ise, yeni araştırmalar sonucunda elde ettiğimiz verilerin, eski verilerle birleşmesi sonucunda, gerçeğe çok daha yakın bir hikaye anlatmaya başlamasıdır. Bunlar da birinci maddede saydıklarımız gibidir; ancak uygulama açısından zıt yönde bir değişim olmaz; sadece kavrayışımızın değişmesine bağlı olarak bir değişim yaşanır. Örneğin DNA'mızın bütün fiziksel özelliklerimizi kodladığı gerçeği değişmez; ancak bu kodun nasıl okunduğu, epigenetik araştırmalar sayesinde yepyeni bir perspektiften görülmeye başlanmıştır.

Bilim Algımız Değişse de, Temel Gerçekler Pek Değişmez!

Sanılanın aksine, bilimdeki temel kavramlar ve gerçekler durmaksızın değişmez; hatta oldukça sabit oldukları söylenebilir. Örneğin biyolojide evrimin gerçekliği, düşünsel olarak ilk keşfedildiği Antik Yunan zamanından beri veya ilk defa sistemli hale getirildiği Charles Darwin zamanından beri (1859'dan beri) değişmemiştir. Astronomide kızıla kayma kavramı, 1912 yılında Vesto Slipher tarafından ilk defa keşfedildiğinden beri değişmemiştir. Fizikte, cisimlerin birbirlerine doğru hareket etmeye meyilli oldukları gerçeği, 1687'de Isaac Newton tarafından ilk defa formülize edildiğinden beri değişmemiştir. Kimyada, John Dalton tarafından keşfedilen katlı oranlar yasası 1802'den beri değişmemiştir. Bu da bizi bilimdeki kanun ve teori arasındaki farka götürmektedir. Bu konuyu detaylıca işlediğimiz için, buradaki yazımızdan, buradaki kitabımızdan veya şu videomuzdan izlemenizi tavsiye ediyoruz:


Çok kısaca, bilimde kanunların, yani gözlemsel gerçeklerin çok daha nadiren değiştiğini söyleyebiliriz. Çünkü bir kanunun değişmesi için olması gereken şey, o kanuna dair gözlemimizde bir hata olmasıdır. Bu da, genellikle gözlem araçlarımızdaki bir hatadan kaynaklanır - ve nihayetinde düzeltilir. Bu çok nadiren olur; çünkü tüm baş döndürücülüğüne rağmen gerçek bilimsel ilerleme çok yavaş ve sancılı bir süreçtir; çok fazla kontrol noktası vardır ve gerçeklerin ilanı sosyal medya veya kitaplar üzerinden değil, hakemli ve acımasız akademik jurnaller üzerinden yapılır. Bilim insanları birbirlerinin araştırmalarını didik didik eder ve eksik bulunanlar, daha gün yüzüne ulaşamadan elenir.

Öte yandan gözlemsel gerçeklerin neden ve nasıl o şekilde olduğunu açıklayan teoriler, güç ve kapsamlarına bağlı olarak zaman içinde değişebilir veya birbirinin yerini alabilir. Bunun en temel nedeni, teorilerin birden fazla gözlemsel gerçekten yola çıkıp, hipotezler yoluyla geliştirilen açıklamaların deneysel olarak sınanması sonucu inşa ediliyor olmasıdır. Bu süreçte hataya daha çok yer vardır ve kimi zaman bilim insanları, yeni araştırma sahaları açabilmek için temel varsayımlarda bulunurlar. Bilim bu temel varsayımları test ederken, bir yandan da bu varsayımlar sayesinde ulaştığımız sonuçları kullanmaya devam ederiz. Eğer ki varsayımların hatası tespit edilecek olursa, teori çürütülebilir, değişebilir veya gelişebilir. Bilimdeki paradigma değişimleri bu şekilde yaşanır.

Bu demek değildir ki eski bir teori her zaman işlevsiz kalmak zorundadır. Örneğin Evren'in çalışma prensiplerini açıklamak için artık Newton Fiziği çok kısıtlı olarak kullanılmaktadır; ancak bütün arabalarımız, uçaklarımız, binalarımız, günlük yaşamda kullandığımız aletler halen Newton'un teorileri kullanılarak inşa edilmektedir. Yani bir teorinin "değişmesi" veya "güncellenmesi", onu her zaman çürütmez. Bunun nedeni de, yine bilimin dikkatli ve son derece temkinli olan doğasıdır.

Bilimin Değişimi Zayıflık Değil, Güçtür!

Ne var ki çoğu zaman bilimin değişkenliğinin sorgulanma nedeni, felsefi bir sorgudan ziyade, bilim-dışı bilgi kaynaklarına yaşam alanı açmaktır. Kişisel deneyimlere dayanan dindar görüşlerin de gerçekleri yansıtabileceğine dair inanç, bilimsel çalışmaların kapsamının aşırı genişlemesi sonucunda daha kısıtlı bir oyun alanı bulabilmeye başlamıştır. Bunun kaçınılmaz sonucu, bilime saldırı yoluyla yeni oyun alanları ve yersiz kuşkular yaratma çabasıdır.

Halbuki bilimin kendisini yenilemesi, zaman içinde değişmesi, güncel verilerle evrimleşmesi, onun zayıflığı değil; gücüdür. Çünkü bilimsel bir açıklama zaman içinde değiştiğinde; daha kötü bir açıklamaya değil, daha iyi bir açıklamaya kavuşuruz; gerçeğe her zaman olduğundan bir adım daha fazla yaklaşırız. Bu yeni ulaştığımız sonuç %100 gerçek olmayabilir; ancak ona çok daha yakın olan bir sonuçtur. Bu da, yazımızın başındaki soruya daha iyi bir cevap verebilmeye başladığımızın göstergesidir: Gerçeğe nasıl ulaşabiliriz?

Daha da önemlisi, bilim kendisini her düzelttiğinde, o düzeltmenin yarattığı değişim miktarı, bir önceki düzeltmenin yarattığı değişim miktarından genellikle daha az olacaktır. Bunu, denge haline ulaşmaya çalışan bir sarkaç gibi düşünebiliriz. Sarkacın ortada, hareketsiz halde durduğu an "gerçeğe ulaştığımız an" olsun. Bu durumda, bir kenardan sarkacı serbest bıraktığımızda, her salınımda gerçeğe birazcık daha yaklaşırız; ancak ilk başlardaki salınımlarda gerçeğe yaklaşma miktarımız daha büyükken, ilerleyen salınımlarda merkezin (gerçeğin) çok yakınında olduğumuz için, yenilenmeden doğan değişim miktarı da daha az olur. Bunu, şöyle bir grafikle gösterebiliriz:

Sönümlenen bir sinyal, bilimde gerçeğe yaklaşma miktarımızın zaman içindeki değişimine benzer.

Bir diğer deyişle, bilimin zaman içinde değişip, güncellenmesini kötü bir özellik olarak görmek bir yana dursun, bunun devam etmesini ve hatta artmasını bilim camiasından aktif olarak talep etmeliyiz. Çünkü bilim bize stabilite (durgunluk, sabitlik) veya huzur vadetmez, gerçeği vadeder. Gerçekte huzur bulamıyor olmamız, gerçeği değiştirmez. Gerçeklerin bizlerin algı, düşünce ve kavrayışından bağımsız olduğunu hatırlayın.

Bunun en net örneği, yıllardır eksik bilgi dolayısıyla çözülemeyen hastalıkların zaman içinde çözülmesidir. Doktorunuzun güncellenmemiş, eski bilgilerle sizi tedavi etmesini istemezsiniz. Tam tersine, en güncel bilgileri kullanmasını istersiniz. Bu, bilimin geri kalanı için de böyledir.

Uzun lafın kısası bilimdeki zamana ve bilgi birikimine bağlı değişkenlik, güvensizlik kaynağı değil, güven kaynağıdır. Çünkü bilimin gerçeğe ulaşmak için kullandığı araçlar ve yöntemler, bildiğimiz en güçlü keşif araçları ve yöntemleridir. Bunların sistematik bir şekilde kullanılması sonucunda her geçen yıl yepyeni verilerin elde edilmesi ve bu sayede bilimin güncellenmesi, yenilenmesi ve gelişmesi, onun sahip olduğumuz her şeyi yaratması gücünün ardında yatan özdür. Bu da bizi, son noktamıza getiriyor:

Bilimden Başka Gerçek Bir Yol Göstericimiz Yok!

Bilimi ve yöntemlerini elbette eleştirebiliriz; bunda bir sakınca yok. Ancak gerçeğe ulaşma gibi bir çaba sürecinde niyet, son derece önemli bir faktör olarak karşımıza çıkar. Yani söz konusu bilim eleştirinizdeki niyetiniz, bilimi yermek ve bilimin gücünün altını oymak suretiyle bilim harici bilgi kaynaklarını yüceltmekse, amacınız gerçeğe ulaşmak değil, propaganda yapmak demektir. Ama eğer niyetiniz bilimin yöntemlerine güç katmaksa, bilim felsefesi gibi bir alanda uzmanlaşarak veya bir bilim insanı olarak bu yöntemleri geliştirme yolunda çalışabilirsiniz.

Burada anlamamız gereken bir diğer gerçek şudur: Evren içinde var olan her şey, bilimsel olarak incelenebilirdir. İnsanlığın araştırma güdüsünün tümü, bu temel gerçeğe dayanmaktadır. Eğer ki Evren'in objektif olarak araştırılamaz olduğunu düşünseydik, gerçeklerin keşfedilemez bir doğası olduğu kanaatinde olsaydık; bilimsel hiçbir uğraşa girmez, günümüzde var olan hiçbir modern bilim ve teknoloji unsurunu üretemezdik. Dolayısıyla keşif aracımız olan bilimsel uğraştan başka işlevsel herhangi bir yöntem bulunmamaktadır.

Daha da önemlisi şudur: Bilime güvenmezsek, neye veya hangi sisteme güveneceğiz? Amacımız gerçeğe ulaşmak ise, bilimden başka hangi bilgi türünün metodolojisi bilimden daha sağlamdır? Hangi bilgi türü bugüne kadar bizi gerçeğe bilimden daha fazla yaklaştırmıştır? Hangi bilim türü bize Evren'in sırlarını güvenilir, test edilebilir, tekrar edilebilir, yanlışlanabilir bir şekilde açmayı başarmıştır? Bilimin metodolojisi iddia edildiği gibi zayıfsa ve alternatif bir bilgi kaynağı öneriliyorsa, bu kaynağın metodolojisinin bilimden daha iyi olduğunun objektif kanıtı nedir?

Bu sorular ikna edici bir şekilde cevaplanmadığı sürece, bilimden başka yol gösterici aramak hata olacaktır. Çünkü eğer ki amacımız, gerçekten ve dürüst bir şekilde gerçeğe ulaşmaksa, her şeyden önce bilimin söylediklerine ve bulgularına bakmak gerekir. Bu söylenenler zaman içinde değişebilecek olmasına rağmen değil! Bu söyledikleri, zaman içinde değişebileceği için ve bu, onun yeni bulgular ve veriler ışığında değişebilirliğinin, yani güvenilirliğinin en temel kaynağı olduğu için.

Çünkü bilimden başka ve bilimden daha isabetli bir şekilde bizi gerçeğe ulaştırabilen herhangi bir yöntemi bugüne kadar keşfedemedik.
 
Geri
Üst Alt