Durum (kesit) Hikayeciliği-Çehov tarzı hikaye özellikleri ve Örnekler

Charismax

Copyright @ Charismax
Katılım
3 yıl 8 ay 12 gün
Mesajlar
25,269
Tepkime puanı
8,715
Yaş
35
Konum
Memed' Home
İsim
CHRS
Memleket
Neresi?
Meslek
IzdırapÇI
Cinsiyet
vtEvVy
Medeni Hal
  1. Durum (Kesit) Hikâyesi: Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.

    Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için "Çehov Tarzı Hikâye" de denir.


    Bizdeki en güçlü temsilcileri : Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra'dır.

    Kaynak: Hikaye Öykü Nedir Türleri Çeşitleri Özellikleri Yazarları Unsurları

    -----------------------------------
    Açıklama -2

    Durum, Kesit Öyküsü

    Olaya yaslanmadan yaşamdan bir kesit ya da bir insanlık durumu belli bir ortam içinde verilir. İnsanı belirli bir kesit ve durumlara bağlayarak veriri. Bizde Memduk Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık; dünya yazınında Anton Çehov, T. Capote, K. Mansfield'ten söz edilebilir.

    Durum öyküsü olaysız, gerilimsiz bir öyküdür. Belli bir ortamdan kaynaklanan izlenimler, çağrışımlar vardır. Bir durumdan ya da gündelik yaşamın içine rastgele bir yerinden girilir. Olay öyküsünde bulunan sergilemeler, öykünün gelişimini hazırlayan ipuçlarına rastlanmaz. Şiirsellik, şiirselliği yaratan anılar, çağrışım ve düşünceler yazara anlatımda olanaklar sağlar. Kimi kez simgelere başvurulur, gerçeküstü bir tutumun içine girildiği görülür, örneğin, Sait Faik'n "Singarit Baba" ve "Dülger Balığının Ölümü" vb.

    Durum öyküsü, konularını yaşamın içinden gelişigüzel seçer. Sıradan insanları kendi ortamları içinde verir; düğümü, çözümü olmayan gerilimsiz bir öykü biçimidir. Buna "atmosfer ve ortam öyküsü" de denir. Bu öykü türünde metin bitse de öykünün bitmediği belki de yeni başladığını okur gözlemleyebilir.

    Olay ve durumun iç içe yer aldığı öyküler de bulunmaktadır. Örneğin, Bekir Yıldız, Osman Şahin, Metin İlkin örnek gösterilebilir. Bu yazarlarda olay ağırlık taşır.

    Kimi yazarlarda olay arka planda bulunmaktadır: Bilge Karasu, Füruzan, Tomris Uyar, Hulki Aktunç, Aysel Özakın, Nazlı Eray, Ayşe Kilimci, İnci Aral, Ayla Kutlu.

    Her iki türü değişik öykülerinde okura sunan yazarlarımız da bulunmaktdır. Örneğin, Tahsin Yücel, Nezihe Meriç, Muzaffer Hacıhasanağaoğlu, Adnan Özyalçıner, Yusuf Atılgan, Erdal Öz, Tarık Dursun K, Demirtaş Ceyhun, Sevgi Soysal, Saadet Ulçugür.

    Kaynakça: Türkay KORKMAZ, Türk Dili Dergisi, Sayı 158

    --------------------------

    Durum-Kesit Öyküsü Örneği:

    MEMUR'UN ÖLÜMÜ


    Bir gece, mümeyyiz İvan Dimitriç Çerviakov, ikinci sıra koltuklardan birine oturmuş, dürbünle "Kornevil Çanları"nı seyrediyordu. Çerviakov seyrediyor, saadetin en yükseklerine ulaştığını duyuyordu. Derken birdenbire yüzü buruştu. Gözleri kaydı, soluğu kesildi. Dürbünü gözünden ayırdı, eğildi ve ...Hapşuuu. diye aksırdı. Bildiğiniz gibi aksırık, hiçbir yerde, hiç kimseye yasak edilmemiştir. Köylüler de aksırır emniyet âmirleri de aksırır, hatta bazen müşavirlerin bile aksırdığı olur. Herkes aksırır. Çerviakov hiç de bozulmadı, mendili ile ağzını burnunu sildi, nazik bir insan gibi, kimseyi rahatsız edip etmediğini anlamak için çevresine bakındı. Ve derhal mahcup olmak zorunda kaldı. Önünde, birinci sıra koltuklardan birinde oturmakla olan yaşlı bir zatın, dazlak kafasını, ensesini eldiveni ile dikkatle silmekle olduğunu, bir şeyler mırıldandığını gördü. Çerviakov, ihtiyarın ulaştırma bakanlığında çalışan sivil generallerden Brizialov olduğunu tanımakta gecikmedi;
    __Adamın üstünü başını berbat ettim, diye düşündü. Gerçi, benim âmirim değil, yabancı ama ne de olsa hoş bir şey değil. Özür dilemeliyim. Çerviakov öksürdü gövdesini biraz daha ileri doğru verdi. Generalin kulağına:
    __Af buyurun efendimiz, diye fısıldadı, üstünüzü başınızı berbat ettim, istemeyerek oldu.
    __Zararı yok, zararı yok!
    __Allah rızası için af buyurun! Ama ben... Böyle olmasını istemezdim.
    __Fakat oturunuz rica ederim. Bırakın da dinleyeyim! Çerviakov utandı, alık alık sırıttı, sahneye bakmaya başladı. Tiyatroyu seyrediyor ama zevk almıyordu. İçini bir kurt kemirmeğe başlamıştı. Perde arasında Brizjalov'a yaklaştı yanı başında yürüdü, ürkekliğini yenerek mırıldandı:
    __Efendimiz, üstünüzü başınızı berbat ettim. Af buyurun! Hâlbuki ben... hiç de böyle olmasını istemiyordum. General:
    __Yeter artık canım, ben onu unutmuştum bile, hâlbuki siz boyuna tekrarlayıp duruyorsunuz, diye söylendi, alt dudağını da hızlı hızlı oynatmaya başladı.

    Çerviakov, şüpheli şüpheli generale bakarak: "Unutmuş ama gözleri hain hain bakıyor, konuşmak bile istemiyor" diye düşündü. Bunun bir tabiat kanunu olduğunu kendisine anlatmalı idim. Yoksa herif tükürmek istediğimi sanabilir. Şimdi sanmasa bile, sonra sanabilir."Çerviakov evine gelince ettiği kabalığı karısına anlattı. Karısı, görünüşe göre, olup bileni pek de umursamadı. Yalnız korktu, ama Brizjalov'un bir "Yabancı" olduğunu öğrenince rahat, bir nefes aldı:
    __ Neyse sen yine gidip ondan özür dile, dedi. Sosyete hayatında nasıl hareket edileceğini bilmediğini sanabilir.

    __Bütün mesele işte burada ya! Ben özür diledim ama o biraz tuhaf davrandı. Akla yakın bir tek söz söylemedi. Hoş konuşmaya da vakti yoktu ya.
    Ertesi gün Çerviakov yeni üniformasını giydi, traş oldu, meseleyi Brizjalov'a anlatmaya gitti. Brizjalov'un bekleme odasına girince orada birçok ricacılar, bunların arasında da, ricacıların dertlerini dinlemeğe başlamış olan Brizjalov'u gördü. General birkaç ricacının derdini dinledikten sonra gözlerini Çerviakov' a kaldırdı. Mümeyyiz:
    __ Dün gece "Arkadi" de, diye anlatmaya başladı, eğer hatırlarsanız efendim, aksırdım ve istemeyerek üstünüzü başınızı berbat etmiştim. Af.
    Sivil general:
    __Ne saçma şey. Aman Yarabbi! diye mırıldandı ve bir başka ziyaretçiye dönerek; Siz ne istiyorsunuz? diye sordu. Çerviakov sarararak: "Konuşmak istemiyor diye düşündü. Demek ki kızıyor, Hayır bunu böyle bırakmamalıyım, ona anlatmalıyım. "
    Sivil general son ricacı ile konuşmasını bitirip çalışma odasına doğru yürüyünce, Çerviakov da arkasından yürüdü.
    __Efendimiz, diye mırıldandı, efendimizi rahatsız etmek cesaretinde bulunuyorsam, bu sadece içimdeki pişmanlık duygusundan ileri geliyor. Siz de bilirsiniz ki efendimiz, isteyerek yapmadım. Sivil general ağlamaklı suratını astı, elini sallayarak:
    __Fakat efendim siz benimle düpedüz alay ediyorsunuz! dedi, kapının arkasında kayboldu.

    Çerviakov evine giderken böyle düşünüyordu. Generale mektup yazmalı. Düşündü taşındı, ama bu mektubu bir türlü toparlayıp yazamadı. Ertesi gün kendisinin gidip işi anlatması lâzım geldi. General sorgu dolu gözlerini ona diktiği zaman Çerviakov:
    __Dün efendimizi, buyurduğunuz gibi, alay etmek için rahatsız etmeğe gelmemiştim. Aksırırken üstünüzü başınızı berbat ettiğim için özür dilemeğe gelmiştim. Alay etmek benim ne haddime? Bizler alay etmeğe kalkarsak o zaman, efendime söyleyeyim, insanlara saygı kalır mı?

    Mosmor kesilen, sapır sapır titreyen general, birdenbire:
    __Defol! diye bağırdı.
    Dehşetinden kireç gibi olan Çerviakov, bir fısıltı hâlinde:
    __Ne buyurdunuz? diye sordu. General ayaklarını yere vurarak:
    __Defol! diye tekrarladı.

    Çerviakov'un karnında bir şeyler koptu. Hiçbir şey görmeden geri geri kapıya gitti, sokağa çıktı, yürüdü, bir makine gibi evine gelince, üniformasını çıkarmadan, kanepeye uzandı ve öldü.

    Anton Çehov

    Cevap: Durum (kesit) Hikayeciliği-Çehov tarzı hikaye özellikleri ve Örnekler​

    Durum (Kesit) Öyküsü örneği-2

    OTLAKÇI

    Yazar: Memduh Şevket ESENDAL


    - Efendim, tütün tabakasını ortada unutmaya gelmiyor, insafsız herif, tütünün ne kadar saçak yeri varsa içti, tozları bana kaldı. Çok otlakçı gördüm ama böylesine hiç rasgel-medimdi. Bizim rahmetli llhâmi de otlakçı idi ama hiç olmazsa bir inceliği vardı, adamı eğlendirirdi. Karşınıza oturdu mu, gözleri ile tütün paketini arar, sokulur, tabakayı, cebime koyarım, sözlerini şaşırır, cebimden çıkarıp masanın üstüne bırakırım, sevinir. Saatlerce gözleriyle tabakanın arkasından koşar, sonra bir fırsatını düşürüp bir cıgara yakınca keyiflenir, güler, söyler, dinleyenleri de eğlendirirdi. En çok hoşlandığı da fırsatını düşürüp cıgarayı kendi eliyle almasında idi. Siz ona paketinizi uzatırsanız alır ama, kendi eliyle aldığı cı-garadan duyduğu haram tadını duymazdı. Bu otlakçıya canım kurban, kardeşim! Bu herif öylesi değil ki..

    Dün artık dayanamadım, söyledim:

    - Ama Mahmud Efendi, dedim, bu kadar da olmaz. İçiyorsun, neyse, iç. Ama hiç olmazsa tozunuda katık et!

    O, alışmış, aldırmıyor. Yan gözle bana baktı:

    - Bir cıgara sardım diye mi söylüyorsun? dedi.

    - Hangi bir cıgara birader, dedim, bak gene bir tutam saçak tütün kalmadı. Bana yalnız tozları kalıyor.

    Kayıtsızca:

    - Senin tütün de içimli bir şey değil ya! dedi, bunu nasıl içiyorsun? Kaçak içsen bundan daha iyil

    Kızdım:

    - A birâder, dedim, iyiye kötüye baktığımız yok, sen benden çok içiyorsun. Fena ise niçin içiyorsun?

    - Ne yapayım, dedi, daha iyisi olsa onu içerim..

    - Neden yok, dedim, tütüncü dükkânları dolul

    Yüzüme dik dik baktı:

    - Ben, dedi, bu zıkkıma para vermem. Mundar şey... Mekruh. Kalkıp üste de para vereceğim! İşim yoktu da...

    - Çok iyi buyuruyorsun, dedim, ama biz para veriyoruz!

    - Ben de onu söylüyorum ya, dedi, para verdin verecek, bâri iyisine ver. Bunun böylesini içecek olduktan sonra hiç içmesen daha iyi!

    - Sen, dedim, kırk yaşından sonra benim huyumu mu değiştireceksin?

    Kayıtsızca omuzlannı kaldırdı;

    - Benim neme gerek, dedi, ben kimsenin keyfine kanş-mam. Sen bana karışıyorsun da ben de söylüyorum.

    - Canım, dedim, senin kuruyasıca huyunun bana ziyanı olmasa ben de kırk yıl söylemem. Ziyanın bana dokunuyor.

    - Benim sana ne ziyanım dokunuyor? diye sordu, bu sözleri hep bir cıgara için mi söylüyorsun? Ziyan olmuş da dünya batmış... Ben içmeseydim de sen içseydln, daha mı kâr edecektin? Bâri başkalarının yanında söyleme, seni ayıplarlar.

    Tepem attı:

    - Neden ayıplıyorlarmış? diye sordum.

    - Neden olacak, dedi, bir cıgaralık tütün için bu kadar lâkırdı ediyorsun.

    - Canım birâder, dedim, hangi bir cıgara, hangi beş cı-gara?...

    - Haydi on cıgara olsun, dedi, yirmi cıgara, otuz cıgara olsun... daha diyeceğin yok yal Yok tütünün saçak yerini içmişim, sana tozu kalmış... bunlan söylemek ayıp. Tozu kaldı ise bir paket al, saçak tütün iç. Bunun kemâli altmış para!

    - Bunu ben alacağıma sen alsan ne olur, dedim, şu neden almak bize düşüyor da, içmek size?

    - Ben âdet etmemişim, dedik ya! Böyle zehire para vermem, dedi. Sen âdet etmişsin, ben içsem de alıyorsun, içmesem de. Benim için tütün almıyorsun ya. Benim için alıyorsan bir daha alma. Hem bir cıgara için adama böyle kahve ortasında bu kadar söz söylemek ayıp değil mi? Bu sana yakışır mı?

    - Çıldıracağım, dedim, sen altmış para verip bir paket tütün almaz, herkesin tabakasından geçinirsin, bu ayıp değil;

    ben tütünü katık et, saçağından bana da kalsın, dedim, bu ayıp öyle mi?

    - Bana neden ayıp oluyormuş? dedi, hırsızlık etmiyorum ya, zorla da almıyorum, tütünün saçağı dururken tozunu içecek kadar ahmak değilim...

    - Biz tütünün tozunu içip ahmak mı oluyoruz? dedim.

    Doğrusu çok da kızdım. Onun da cıgaradan sararmış parmakları titremeye başladı, ama sözünü kesmedi:

    - Sen, dedi, deminden beri bana o kadar söz söyledin, ben sesimi çıkardım mı? Tütünün saçağı dururken tozunu içmek ahmaklıktır dedimse niçin kızıyorsun?

    Kahvede olanlara bakarak:

    - Yalan mı söylüyorum, efendiler, dedi. Bana bir cıgara verdi diye bu kadar söz söylenir mi, bu nerede görülmüş şey?

    Karşı peykede oturan Miralay Esat Bey bana işaret etti. Kendimi topladım:

    - Sen, dedim, birâder bir daha benim yanıma gelme, benimle de konuşma. Bir gün öfke ile kafana bir şey vururum, başıma belâ olursun, anladın mı? İşte bu kadar!

    İş buraya varınca Esat Bey cebinden tabakasını çıkardı:

    - Mahmut Efendi, dedi, gel sen buraya, bak ben sana bir tütün vereyim, nasıl beğenirsin...

    Tabakayı görünce kalktı, karşıya gitti. Bana da:

    - Benim kabadayılığım yok, dedi, kimseye de bir fenalık etmedim, gene de etmem. Bütün suçum nedir: Bir cıgara sarmışım! Sanki tufan olmuş...

    Bir yandan söylendi, bir yandan da Esat Bey'in tabakasında ne var ne yok içti. Ben artık cevap vermedim. Ancak Mahmut Efendi bana darıldı, ben de ondan kurtuldum sanmayınız. Ertesi sabah erken çocuk haber verdi ki, bir efendi gelmiş, beni görmek istiyormuş. Aşağı odaya indim. Baktım, Mahmut Efendi. Beni görünce dedi ki:

    - Birader, dün sizin hatırınızı kırdım. Sonradan ben de pişman oldum. Sizden özür dilemeye geldim. Kusura bakmayın, insanlık hâli... İnsan bazen boş bulunuyor...

    Siz olsanız ne yaparsınız? Özür dileyen bir adam. Kalkıp evinize kadar da gelirse... Benim yüzüm tutmaz.

    “Buyurun" dedik. Kahve de pişirttik, önüne bir dolu kâse de tütün koyduk. Kardeşim, emin olun, kalem vaktine kadar kâsenin dibinde yalnız tozlar kaldı, cıgara tablası da ağzına kadar doldu!

    Memduh Şevket ESENDAL
 
Geri
Üst Alt