- Mesajlar
- 23,876
- Tepkime puanı
- 8,297
- Yaş
- 35
- Konum
- Memed' Home
- İsim
- CHRS
- Memleket
- Neresi?
- Meslek
- IzdırapÇI
- Cinsiyet
- Medeni Hal
Ekli dosyayı görüntüle 9452
Thomas Hobbes (1588-1679), İngiltere’nin en büyük siyaset düşünürlerinden biridir. Daha az bilinen şeyse, ilk zindelik tutkunlarından biri olduğudur. Her sabah, nefes nefese kalmak için hızlı adımlarla tepeleri tırmanırdı. Dışarıdayken aklına iyi bir fikir gelirse diye sapında hokka olan özel bir baston yaptırmıştı. Bıyığı ve bir tutam sakalı olan bu uzun boylu, al yanaklı, neşeli adam hastalıklı bir çocukluk geçirmişti. Yetişkinliğinde ise oldukça sağlıklıydı ve ilerleyen yaşlarında bile tenis oynamayı bırakmadı. Bol bol balık yer, çok az şarap içer ve ciğerlerini çalıştırmak için —kapalı kapılar ardında ve işitme menzili dışında— şarkı söylerdi. Şüphesiz, diğer pek çok filozof gibi o da oldukça faal bir zihne sahipti. Sonuç olarak ortalama ömrün 35 yıl olduğu on yedinci yüzyılda, istisnai bir yaş olan 91 yaşına dek yaşadı.
Güler yüzlü karakterine rağmen Hobbes da Machiavelli gibi insanın zayıf bir varlık olduğu görüşündeydi. Hepimizin, ölüm korkusu ve kişisel kazanç umuduyla hareket eden temelde bencil varlıklar olduğumuza inanırdı. Fark etsek de etmesek de hepimiz başkalarının üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışırız. Hobbes’un insanlığa dair bu tanımını kabul etmiyorsanız, neden evinizden ayrılırken kapınızı kilitliyorsunuz? Şüphesiz bunun sebebi, dışarıda sahip olduğunuz her şeyi memnuniyetle çalabilecek çok sayıda insanın olduğunu bilmenizdir. Ama yine de sadece bazı insanların bencil olduğunu öne sürebilirsiniz. Hobbes bu konuda size katılmaz. O özünde herkesin bencil olduğunu ve kanun kuralları ile ceza tehdidinin bizi kontrol altında tutan yegâne şey olduğunu düşünür.
Sonuç olarak toplum çöker de kanunlar ya da kanunlara uyulmasını sağlayacak biri olmadan, Hobbes’un deyimiyle “doğa durumu”nda yaşamak zorunda kalırsanız, Hobbes sizin de herkes gibi gerektiğinde hırsızlık yapıp öldürebileceğinizi söyler. En azından, hayatta kalmayı istiyorsanız bunları yapmak zorunda kalırdınız. Kaynakların kıt olduğu bir dünyada hayatta kalmak için yiyecek ve su bulma mücadelesi veriyorsanız, diğer insanlar sizi öldürmeden önce onları öldürmek gerçekten de akıllıca olabilirdi. Hobbes’un unutulmaz tanımıyla toplumun dışındaki hayat, “yalnız, zavallı, kötü, zalim ve kısa” olacaktır.
İnsanların başkalarının toprağına göz dikmesini ve kimi isterse öldürmesini engelleyen devlet gücünü ortadan kaldırırsanız, sonuç herkesin herkese karşı olduğu sonu gelmez bir savaştır. Daha kötü bir durumu hayal etmek güçtür. Bu yasasız dünyada, en güçlü insan bile uzun süre güvende olmazdı. Hepimiz uyumak zorundayız ve uyuduğumuzda saldırıya açık oluruz. En güçsüz bile yeterince kurnazsa güçlüyü ortadan kaldırabilirdi.
Öldürülmekten kaçınmanın bir yolunun, arkadaşlarınızla bir ekip kurmak olacağını hayal ediyor olabilirsiniz. Ancak sorun şu ki, kimsenin güvenilirliğinden emin olamazsınız. Diğer insanlar size yardım etmeye söz verse bile, kimi zaman kendi çıkarları gereği sözlerinden dönebilirler. Gıda yetiştirmek ya da inşaat gibi birlikte çalışmayı gerektiren büyük çapta her etkinlik, temel düzeyde güven olmaksızın imkânsız olurdu. Çok geç olana dek aldatıldığınızı anlayamayabilirsiniz, o zamana kadar da biri sizi gerçekten sırtınızdan bıçaklamış olabilir. Böyle bir durumda sizi bıçaklayanı cezalandıracak hiç kimse olmaz. Düşmanlarınız her yerde olabilir, tüm hayatınızı saldırıya uğrama korkusuyla geçirebilirdiniz: Cazip bir beklenti değil.
Hobbes çözümün, güçlü bir bireyi ya da parlamentoyu başa getirmek olduğunu öne sürüyordu. Doğa durumundaki insanlar, güvenlik uğruna kimi tehlikeli özgürlüklerinden vazgeçtikleri bir anlaşmaya, “toplumsal bir sözleşme”ye dahil olmak zorunda kalacaklardır. Hobbes’un “egemen” diye adlandırdığı şey olmadığında hayat, bir çeşit cehennem olacaktır. Bu egemene, yoldan çıkan kişileri ağır cezaya çarptırma hakkı verilecektir. Hobbes, önemli kabul edeceğimiz bazı doğal yasaların olduğuna inanmıştır; kendimize nasıl davranılmasını bekliyorsak başkalarına da öyle davranmalıyız, buna bir örnektir. Yasalar, herkesin onları takip etmesini sağlayacak yeterince güçlü bir şey ya da biri olmadığı sürece işe yaramaz. Doğa durumundaki insanlar, yasalar ve güçlü bir egemen olmadan şiddet içeren bir ölümü bekleyebilir. Tek teselli ise böyle bir hayatın fazla uzun sürmemesi olur.
Hobbes’un en önemli kitabı olan Leviathan (1651), doğa durumunun kâbusumsu konumundan hayatın katlanılabilir olduğu güvenli bir topluma geçiş için gereken adımları ayrıntısıyla açıklar. “Leviathan,” Kutsal Kitap’ta tasvir edilen devasa bir deniz canavarıydı. Hobbes içinse devletin muazzam gücüne bir göndermeydi. Leviathan, tepenin arkasında yükselen, bir elinde kılıç, bir elinde asa tutan bir devin resmiyle açılır. Bu figür, birçok küçük insandan —yine de onların ayrı ayrı bireyler olduğu fark edilir— oluşur. Dev, başında bir egemenin olduğu güçlü devleti temsil eder. Hobbes, bir egemen olmadan her şeyin darmadağın olacağını ve toplumun yerini hayatta kalabilmek uğruna birbirini parçalamaya hazır, ayrı ayrı insanların alacağını düşünür.
O halde doğa durumundaki bireyler, birlikte çalışmayı ve barışa sahip olmayı istemek için oldukça iyi nedenlere sahipti. Korunabilmelerinin tek yolu buydu. Bu olmadan hayatları korkunç olurdu. Güvende olmak, özgürlükten çok daha önemliydi. Ölüm korkusu, insanları bir toplum oluşturmaya itecekti. Hobbes, onların birbirleriyle bir toplumsal sözleşme yapmak, bir egemenin yasaları uygulamasına izin vereceklerine söz vermek için özgürlüklerinin çoğundan vazgeçmeyi kabul edeceğini düşünüyordu. Herkesin birbiriyle savaşmasındansa, güçlü bir otoritenin sorumlu olduğu durumda daha iyi olurlardı.
Hobbes tehlikeli zamanlarda yaşadı, hatta anne karnındayken bile. İspanya Armadasının İngiltere’ye yelken açtığını ve belki de İngiltere’yi işgal edeceğini duyduğunda annesinin doğum sancısı tutmuş ve erken doğum yapmıştı. Neyse ki İngiltere işgal edilmedi. Daha sonra İngiliz İç Savaşının tehlikelerinden Paris’e taşınarak kurtulmuştu ama asıl tehlikeyi, İngiltere’nin anarşiye teslim olma ihtimalini daha sonraki yazılarında sık sık işledi. Hobbes, Leviathan’ı Paris’te yazdı. Kitap 165l’de İngiltere’ye dönmesinden kısa bir süre sonra yayımlandı.
Dönemin pek çok düşünürü gibi Hobbes da sadece bir filozof değil, bugün bir Rönesans insanı olarak nitelendireceğimiz biriydi. Geometriye, bilime ve antikçağ tarihine ciddi bir ilgisi vardı. Gençliğinde edebiyat seviyor, yazıyor ve çeviriyordu. Orta yaşlarında meşgul olmaya başladığı felsefede ise insanların salt fiziksel varlıklar olduğuna inanan bir materyalistti. Ruh benzeri bir şey yoktur: Eninde sonunda, karmaşık makineler olan bedenlerden başka bir şey değiliz.
On yedinci yüzyılda saat mekanizmaları en ileri teknolojiydi. Hobbes bedendeki kasların ve organların bunlara eşdeğer olduğuna inanıyordu: Yazılarında sık sık eylemin “yaylar”ı ve bizi hareket ettiren “çarklar”ı ele alıyordu. Hobbes, düşünme dahil insan varoluşunun tüm yönlerinin birer fiziksel etkinlik olduğuna ikna olmuştu. Onun felsefesinde ruha yer yoktu. Bu, birçok bilim insanının bugün benimsediği modern bir düşünce olsa da Hobbes’un zamanı için radikaldi. Tanrının koca bir fiziksel nesne olmak zorunda olduğunu bile iddia etti Hobbes ve bazıları bunu, onun bir ateist olduğunu ilan etmesinin gizli bir yolu olarak gördü.
Hobbes’u eleştirenler, egemen olan ister kral, ister kraliçe isterse parlamento olsun, egemenin toplum içerisindeki birey üzerinde böyle bir güce sahip olmasına izin vermesi konusunda çok ileriye gittiğini düşünürler. Onun betimlediği devlet, günümüzde otoriter devlet olarak tanımladığımız şeydir: Egemenin, yurttaşlar üzerinde neredeyse sınırsız güce sahip olduğu bir devlet. Barış arzu edilebilir bir şey olabilir ve şiddet içeren bir ölümden korkmak da barışı koruyan güçlere teslim olmak için kuvvetli bir teşviktir, ne var ki bir bireyin ya da grubun eline çok fazla güç vermek tehlikeli olabilir. Hobbes ne demokrasiye ne de insanların kendileri için karar verebilme yeteneğine sahip olduğuna inanır. Gelgelelim, yirminci yüzyılda despotların saçtığı dehşeti bilseydi, muhtemelen bu düşüncesini değiştirirdi.
Hobbes, ruhun varlığına inanmayı reddetmesiyle ün salmıştı. Çağdaşı René Descartes, ise onun aksine zihin ve bedenin birbirinden tamamen ayrı olduğuna inandı. Hobbes’un Descartes’ın geometride felsefede olduğundan çok daha iyi olduğunu ve bu alanda kalması gerektiğini düşünmesinin nedeni de muhtemelen bu olmalı.
Thomas Hobbes (1588-1679), İngiltere’nin en büyük siyaset düşünürlerinden biridir. Daha az bilinen şeyse, ilk zindelik tutkunlarından biri olduğudur. Her sabah, nefes nefese kalmak için hızlı adımlarla tepeleri tırmanırdı. Dışarıdayken aklına iyi bir fikir gelirse diye sapında hokka olan özel bir baston yaptırmıştı. Bıyığı ve bir tutam sakalı olan bu uzun boylu, al yanaklı, neşeli adam hastalıklı bir çocukluk geçirmişti. Yetişkinliğinde ise oldukça sağlıklıydı ve ilerleyen yaşlarında bile tenis oynamayı bırakmadı. Bol bol balık yer, çok az şarap içer ve ciğerlerini çalıştırmak için —kapalı kapılar ardında ve işitme menzili dışında— şarkı söylerdi. Şüphesiz, diğer pek çok filozof gibi o da oldukça faal bir zihne sahipti. Sonuç olarak ortalama ömrün 35 yıl olduğu on yedinci yüzyılda, istisnai bir yaş olan 91 yaşına dek yaşadı.
Güler yüzlü karakterine rağmen Hobbes da Machiavelli gibi insanın zayıf bir varlık olduğu görüşündeydi. Hepimizin, ölüm korkusu ve kişisel kazanç umuduyla hareket eden temelde bencil varlıklar olduğumuza inanırdı. Fark etsek de etmesek de hepimiz başkalarının üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışırız. Hobbes’un insanlığa dair bu tanımını kabul etmiyorsanız, neden evinizden ayrılırken kapınızı kilitliyorsunuz? Şüphesiz bunun sebebi, dışarıda sahip olduğunuz her şeyi memnuniyetle çalabilecek çok sayıda insanın olduğunu bilmenizdir. Ama yine de sadece bazı insanların bencil olduğunu öne sürebilirsiniz. Hobbes bu konuda size katılmaz. O özünde herkesin bencil olduğunu ve kanun kuralları ile ceza tehdidinin bizi kontrol altında tutan yegâne şey olduğunu düşünür.
Sonuç olarak toplum çöker de kanunlar ya da kanunlara uyulmasını sağlayacak biri olmadan, Hobbes’un deyimiyle “doğa durumu”nda yaşamak zorunda kalırsanız, Hobbes sizin de herkes gibi gerektiğinde hırsızlık yapıp öldürebileceğinizi söyler. En azından, hayatta kalmayı istiyorsanız bunları yapmak zorunda kalırdınız. Kaynakların kıt olduğu bir dünyada hayatta kalmak için yiyecek ve su bulma mücadelesi veriyorsanız, diğer insanlar sizi öldürmeden önce onları öldürmek gerçekten de akıllıca olabilirdi. Hobbes’un unutulmaz tanımıyla toplumun dışındaki hayat, “yalnız, zavallı, kötü, zalim ve kısa” olacaktır.
İnsanların başkalarının toprağına göz dikmesini ve kimi isterse öldürmesini engelleyen devlet gücünü ortadan kaldırırsanız, sonuç herkesin herkese karşı olduğu sonu gelmez bir savaştır. Daha kötü bir durumu hayal etmek güçtür. Bu yasasız dünyada, en güçlü insan bile uzun süre güvende olmazdı. Hepimiz uyumak zorundayız ve uyuduğumuzda saldırıya açık oluruz. En güçsüz bile yeterince kurnazsa güçlüyü ortadan kaldırabilirdi.
Öldürülmekten kaçınmanın bir yolunun, arkadaşlarınızla bir ekip kurmak olacağını hayal ediyor olabilirsiniz. Ancak sorun şu ki, kimsenin güvenilirliğinden emin olamazsınız. Diğer insanlar size yardım etmeye söz verse bile, kimi zaman kendi çıkarları gereği sözlerinden dönebilirler. Gıda yetiştirmek ya da inşaat gibi birlikte çalışmayı gerektiren büyük çapta her etkinlik, temel düzeyde güven olmaksızın imkânsız olurdu. Çok geç olana dek aldatıldığınızı anlayamayabilirsiniz, o zamana kadar da biri sizi gerçekten sırtınızdan bıçaklamış olabilir. Böyle bir durumda sizi bıçaklayanı cezalandıracak hiç kimse olmaz. Düşmanlarınız her yerde olabilir, tüm hayatınızı saldırıya uğrama korkusuyla geçirebilirdiniz: Cazip bir beklenti değil.
Hobbes çözümün, güçlü bir bireyi ya da parlamentoyu başa getirmek olduğunu öne sürüyordu. Doğa durumundaki insanlar, güvenlik uğruna kimi tehlikeli özgürlüklerinden vazgeçtikleri bir anlaşmaya, “toplumsal bir sözleşme”ye dahil olmak zorunda kalacaklardır. Hobbes’un “egemen” diye adlandırdığı şey olmadığında hayat, bir çeşit cehennem olacaktır. Bu egemene, yoldan çıkan kişileri ağır cezaya çarptırma hakkı verilecektir. Hobbes, önemli kabul edeceğimiz bazı doğal yasaların olduğuna inanmıştır; kendimize nasıl davranılmasını bekliyorsak başkalarına da öyle davranmalıyız, buna bir örnektir. Yasalar, herkesin onları takip etmesini sağlayacak yeterince güçlü bir şey ya da biri olmadığı sürece işe yaramaz. Doğa durumundaki insanlar, yasalar ve güçlü bir egemen olmadan şiddet içeren bir ölümü bekleyebilir. Tek teselli ise böyle bir hayatın fazla uzun sürmemesi olur.
Hobbes’un en önemli kitabı olan Leviathan (1651), doğa durumunun kâbusumsu konumundan hayatın katlanılabilir olduğu güvenli bir topluma geçiş için gereken adımları ayrıntısıyla açıklar. “Leviathan,” Kutsal Kitap’ta tasvir edilen devasa bir deniz canavarıydı. Hobbes içinse devletin muazzam gücüne bir göndermeydi. Leviathan, tepenin arkasında yükselen, bir elinde kılıç, bir elinde asa tutan bir devin resmiyle açılır. Bu figür, birçok küçük insandan —yine de onların ayrı ayrı bireyler olduğu fark edilir— oluşur. Dev, başında bir egemenin olduğu güçlü devleti temsil eder. Hobbes, bir egemen olmadan her şeyin darmadağın olacağını ve toplumun yerini hayatta kalabilmek uğruna birbirini parçalamaya hazır, ayrı ayrı insanların alacağını düşünür.
O halde doğa durumundaki bireyler, birlikte çalışmayı ve barışa sahip olmayı istemek için oldukça iyi nedenlere sahipti. Korunabilmelerinin tek yolu buydu. Bu olmadan hayatları korkunç olurdu. Güvende olmak, özgürlükten çok daha önemliydi. Ölüm korkusu, insanları bir toplum oluşturmaya itecekti. Hobbes, onların birbirleriyle bir toplumsal sözleşme yapmak, bir egemenin yasaları uygulamasına izin vereceklerine söz vermek için özgürlüklerinin çoğundan vazgeçmeyi kabul edeceğini düşünüyordu. Herkesin birbiriyle savaşmasındansa, güçlü bir otoritenin sorumlu olduğu durumda daha iyi olurlardı.
Hobbes tehlikeli zamanlarda yaşadı, hatta anne karnındayken bile. İspanya Armadasının İngiltere’ye yelken açtığını ve belki de İngiltere’yi işgal edeceğini duyduğunda annesinin doğum sancısı tutmuş ve erken doğum yapmıştı. Neyse ki İngiltere işgal edilmedi. Daha sonra İngiliz İç Savaşının tehlikelerinden Paris’e taşınarak kurtulmuştu ama asıl tehlikeyi, İngiltere’nin anarşiye teslim olma ihtimalini daha sonraki yazılarında sık sık işledi. Hobbes, Leviathan’ı Paris’te yazdı. Kitap 165l’de İngiltere’ye dönmesinden kısa bir süre sonra yayımlandı.
Dönemin pek çok düşünürü gibi Hobbes da sadece bir filozof değil, bugün bir Rönesans insanı olarak nitelendireceğimiz biriydi. Geometriye, bilime ve antikçağ tarihine ciddi bir ilgisi vardı. Gençliğinde edebiyat seviyor, yazıyor ve çeviriyordu. Orta yaşlarında meşgul olmaya başladığı felsefede ise insanların salt fiziksel varlıklar olduğuna inanan bir materyalistti. Ruh benzeri bir şey yoktur: Eninde sonunda, karmaşık makineler olan bedenlerden başka bir şey değiliz.
On yedinci yüzyılda saat mekanizmaları en ileri teknolojiydi. Hobbes bedendeki kasların ve organların bunlara eşdeğer olduğuna inanıyordu: Yazılarında sık sık eylemin “yaylar”ı ve bizi hareket ettiren “çarklar”ı ele alıyordu. Hobbes, düşünme dahil insan varoluşunun tüm yönlerinin birer fiziksel etkinlik olduğuna ikna olmuştu. Onun felsefesinde ruha yer yoktu. Bu, birçok bilim insanının bugün benimsediği modern bir düşünce olsa da Hobbes’un zamanı için radikaldi. Tanrının koca bir fiziksel nesne olmak zorunda olduğunu bile iddia etti Hobbes ve bazıları bunu, onun bir ateist olduğunu ilan etmesinin gizli bir yolu olarak gördü.
Hobbes’u eleştirenler, egemen olan ister kral, ister kraliçe isterse parlamento olsun, egemenin toplum içerisindeki birey üzerinde böyle bir güce sahip olmasına izin vermesi konusunda çok ileriye gittiğini düşünürler. Onun betimlediği devlet, günümüzde otoriter devlet olarak tanımladığımız şeydir: Egemenin, yurttaşlar üzerinde neredeyse sınırsız güce sahip olduğu bir devlet. Barış arzu edilebilir bir şey olabilir ve şiddet içeren bir ölümden korkmak da barışı koruyan güçlere teslim olmak için kuvvetli bir teşviktir, ne var ki bir bireyin ya da grubun eline çok fazla güç vermek tehlikeli olabilir. Hobbes ne demokrasiye ne de insanların kendileri için karar verebilme yeteneğine sahip olduğuna inanır. Gelgelelim, yirminci yüzyılda despotların saçtığı dehşeti bilseydi, muhtemelen bu düşüncesini değiştirirdi.
Hobbes, ruhun varlığına inanmayı reddetmesiyle ün salmıştı. Çağdaşı René Descartes, ise onun aksine zihin ve bedenin birbirinden tamamen ayrı olduğuna inandı. Hobbes’un Descartes’ın geometride felsefede olduğundan çok daha iyi olduğunu ve bu alanda kalması gerektiğini düşünmesinin nedeni de muhtemelen bu olmalı.