- Katılım
- 2 yıl 9 ay 4 gün
- Mesajlar
- 18,707
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 6,357
- Cinsiyet
Bu günlerde yolda yürürken, ruhunuzu tutsak alıp yerine dudaklarınıza bir gülümseme bırakan harika bir kokuyu duyuyor olabilirsiniz: büyük olasılıkla bir ıhlamur ağacının yakınından geçiyorsunuzdur.
Evet, resmi olarak tüm dünyada çok beğenilen ıhlamur ağacının en rayihalı dönemine girdik. Sarhoş edici kokusunun sizi yanıltmasına izin vermeyin; sadece kozmetik veya aromaterapi için uygun olacağını düşünmek normal gelse de; ıhlamur esas olarak hepimizin faydalanması gereken fitoterapötik maddelerle dolu bir şifa deposudur.
Bununla ilgili sadece sınırlı miktarda klinik bilgi olmasına rağmen, ıhlamur, iyileştirici özellikleri nedeniyle yüzyıllardır kullanılmaktadır, çünkü pek çok tıbbi bileşen içermektedir: kuersitin, rutin, kampferol, uçucu yağlar, müsilaj, p-kumarik asit ve flavonoidler. Bu son ikisi, ıhlamurun terletici özelliklerinin sebebidirler. Antibakteriyel ve sakinleştirici bir etkiye sahip olması nedeniyle soğuk algınlığı veya solunum yolu enfeksiyonları, öksürük veya boğaz ağrısı tedavisinde kullanılır; yatıştırıcı ve anksiyolitik etkisi göz önüne alındığında ise, sinirsel kalp çarpıntıları ve yüksek tansiyonun tedavisi için çok faydalı olur, tüm bunların dışında epidermal kaşıntıyı hafifletmek için de son derece yararlıdır.
İnsanlık Orta Çağdan beri ıhlamurun faydalarını çok iyi bildiğinden, sizin de bir istisna olmadığınızı varsayıyorum, bu yüzden bu yazımda asıl başka bir konu hakkında konuşmak istiyorum: öksürmeye başladığımızda şifa versin diye içtiğimiz ıhlamur çayı sağlığımız için gerçekten faydalı mı?
Bu sorunun iki yanıtı var:
– Evet, dökme ıhlamur çayı içtiğimizde;
– Hayır, bazı markaların bazı önemli sağlık kriterlerine uygun olmayan poşetler ile hazırlanmış bitki çaylarını içtiğimizde.
Son yirmi otuz yıldır dünyanın batılı tabir edilen kısmında, öksürmeye veya boğaz ağrısı hissetmeye başlar başlamaz, kolektif hafızamıza kulak veriyoruz, ancak belirli bir noktaya kadar.
Her alanda olduğu gibi, burada da gıda endüstrisi bizi konforu, sağlık ile takas etmeye “ikna etti“.
Nasıl mı?
Tartışmasız, çok pratik ve kullanışlı: poşet fincana yerleştirilir, üzerine sıcak su eklenir, 3-5 dakika içerisinde, çaydanlık ve süzgeç gibi diğer araçları kirletmeden, lavabo giderini tıkama riskini de yaşamadan çayımız içime hazır olur.
Bununla birlikte, her konforun – hiç de ucuz olmayan – bir bedeli olduğunu unutmayalım; her ne kadar dökme çaylar, poşetli çayların yarı fiyatına satılıyor olsa da, söz konusu bedeli sadece mali anlamda değerlendirmek son derece yetersiz kalmaktadır.
Bahis konusu bu poşetler kağıt, kenevir, bambu elyafları, abaka, ipek gazlı bez, naylon, PVC, termoplastik, polipropilen, selüloz vb. gibi çok çeşitli malzemelerden üretilirler.
Ve bu malzemelerden bazıları demlenme işlemi için gerekli yüksek sıcaklıklarda kullanıldıklarında, bunları “sağlık” terimi ile birlikte aynı cümlede kullanmak çok yanlış olur. Özellikle, plastiklerin içtiğimiz çaya önemli bir şekilde salınmasından sorumlu olan naylon ve Pet malzemeden yapılmış o “havalı” çay poşetlerinden bahsediyorum!
2019’da yapılan bir araştırma, kaynar suya batırıldıklarında bu çay poşetlerinin, içeriklerindeki tıbbi bileşenlere ek olarak, yaklaşık 11.6 milyar mikroplastik ve 3.1 milyar nanoplastiği(1) suya bıraktıklarını tespit etmiştir: bu rakamların, zaten en üst seviyelerde bulunan plastikle ambalajlanmış su ve benzeri içeceklerin içindeki mikroplastik miktarını dahi oldukça geride bıraktıklarına dikkatinizi çekmek isterim.
Sektörün bazı büyük isimleri, artık gizlenemeyen bu risk ile yüzleşmek zorunda kaldıklarından, ürünlerinin yeni teknolojiler ile artık “çok daha az” mikroplastik içerdiklerini; ya da yağ bazlı değil de doğal maddelerden üretilen biyoplastik adını verdikleri yeni maddeler kullandığını öne sürüyorlar… sizi bilmem ama ben bu açıklamaları yeterli bulmuyorum. İnsan vücudu üzerindeki uzun vadeli etkileri hakkında henüz yeterli bilgi sahibi değiliz, mikroplastiklerin aslında kansere veya diğer oto-immün hastalıklara neden olup olmadıklarını henüz bilmiyoruz; ve biz şu an bilmiyoruz diye, maalesef bu risk olmadığı anlamına gelmiyor.
Ancak emin olduğumuz bir şey var: mikro ve nanoplastiklerin su yaşamına geri dönüşü olmayan bir şekilde zarar vermeleri; aynı zamanda biyolojik olarak parçalanabilirlikleri oldukça sınırlı.
Bana göre, bu maddelerden yapılmış ürünleri satın almakta ısrar etmek için hiçbir nedenimiz yok.
Şimdi en popüler ve en bilinen alternatifimizi inceleyelim: birçok insan için sıcak içeceklerin tadını çıkarmanın tek yolu olan kağıt poşetler.
Plastik olanlardan daha az zararlıdır, ancak izin verirseniz bunu göreceli bir “daha az” olarak tanımlayacağım; çünkü piyasadaki çoğu marka, kağıt (lif katmanları demek daha doğru) katmanlarını birbirine yapıştırmak için yukarıda sözü edilen korkunç parçacıkları içeren tutkallar içerebiliyorlar. Daha da kötüsü bazı markaların formülasyonu, ortama dioksin veya epiklorohidrin bırakabilen ağartıcı maddelerinin kullanımını içerebilmekte(2): poşete daha kararlı ve dirençli bir form vermek için kullanılan bu son madde, kanserojen olup, pestisitlerin ve epoksi reçinesi bileşiminde de bulunuyor(3).
Bitti mi? Tam olarak değil.
Kağıt çay poşetleri nasıl kapatılıyor sizce? Mevcut 3 olasılık var: tutkal (plastik salınmasına yol açan termoplastik yapıştırıcılar veya yeni nesil, mısır nişastasından yapılan sağlıklı malzemeler); metal zımba teli (toksik metallerle kontaminasyon riski – tat değişimi) ve dikiş (pahalı, ancak sağlık için bakıldığında en iyi yöntem).
Tüm bu değerlendirmelerin sonunda, sağlığımızın doğrudan gezegenin sağlığıyla bağlantılı olduğunu eklemek isterim: elde ettiğimiz küçük bir rahatlığın çevreye çok fazla zarar verebileceği dikkate alınmalıdır; sadece 2 gram ürünü paketlemek için ne kadar malzeme kullanıldığını düşünün ve şimdi bu miktarı tüm dünyadaki insanların sayısıyla çarpın! Tüm bu farklı malzeme kokteyllerinin doğru şekilde geri dönüştürüldüğüne inanıyor musunuz? Cevabı zaten biliyorsunuz, ama belki çözümünü değil.
Peki ne yapmalı? Soğuk algınlığımıza dermanı hemen ilaçlarda mı aramalıyız? Tabii ki hayır: yapmamız gereken tekrar “eski doğru alışkanlıkları” benimsemek; konfordan vazgeçip (çok da zor bir iş değil oysa dökme çay kullanmak); tüketiciliği azaltalım ve en sevdiğimiz bitki ve çaylarımızın faydalı özelliklerinden gönül rahatlığıyla yararlanalım.
Böylece nöroloji ve bağışıklık sistemimizin yanı sıra çevreye de zarar vermeden, hem bütçe yükümüzü daha da hafifletmiş bir şekilde boğaz ağrımızdan kurtulabiliriz.
Bu nedenle açık, dökme çay kullanın ve Ihlamur ağacının çiçekleri ve yapraklarının sunduğu şifayı en yüksek seviyedeyken elde edebilmek adına, onları toplamak için elinizi çabuk tutun: Haziran ve Temmuz ayları en ideal dönemi işaret etmekte. Tek yapmanız gereken, kışı beklemek üzere kavanozlara koymadan önce tamamen kurumalarını sağlamak için on gün boyunca sabırlı olmak. Ihlamur çayının tıbbi özelliklerinin bozunmaması için bu prosedürü güneş altında değil de gölgede gerçekleştirmenizi öneririm.
Ekli dosyayı görüntüle 11270
Not: Fitoterapötik özellikleri olan her bitki için olduğu gibi, ıhlamurun da tüketiminde de aşırıya kaçılmamalıdır. Önerilen günlük doz 2 ila 4 gram kuru çiçekten ibarettir. Alman bir klinik araştırmanın ulaştığı bulgular ıhlamur çiçeklerinin “kardiyotoksik” olduklarını ve bu nedenle tüketimlerinin kalp hastası olan kişiler için önerilmediğini ortaya koymaktadır(4).
Kaynak
(1): Plastic Teabags Release Billions of Microparticles and Nanoparticles into Tea, by Laura M. Hernandez, Elvis Genbo Xu, Hans C. E. Larsson, Rui Tahara, Vimal B. Maisuria and Nathalie Tufenkji. Environmental Science & Technology. DOI 10.1021/acs.est.9b02540
Evet, resmi olarak tüm dünyada çok beğenilen ıhlamur ağacının en rayihalı dönemine girdik. Sarhoş edici kokusunun sizi yanıltmasına izin vermeyin; sadece kozmetik veya aromaterapi için uygun olacağını düşünmek normal gelse de; ıhlamur esas olarak hepimizin faydalanması gereken fitoterapötik maddelerle dolu bir şifa deposudur.
Bununla ilgili sadece sınırlı miktarda klinik bilgi olmasına rağmen, ıhlamur, iyileştirici özellikleri nedeniyle yüzyıllardır kullanılmaktadır, çünkü pek çok tıbbi bileşen içermektedir: kuersitin, rutin, kampferol, uçucu yağlar, müsilaj, p-kumarik asit ve flavonoidler. Bu son ikisi, ıhlamurun terletici özelliklerinin sebebidirler. Antibakteriyel ve sakinleştirici bir etkiye sahip olması nedeniyle soğuk algınlığı veya solunum yolu enfeksiyonları, öksürük veya boğaz ağrısı tedavisinde kullanılır; yatıştırıcı ve anksiyolitik etkisi göz önüne alındığında ise, sinirsel kalp çarpıntıları ve yüksek tansiyonun tedavisi için çok faydalı olur, tüm bunların dışında epidermal kaşıntıyı hafifletmek için de son derece yararlıdır.
İnsanlık Orta Çağdan beri ıhlamurun faydalarını çok iyi bildiğinden, sizin de bir istisna olmadığınızı varsayıyorum, bu yüzden bu yazımda asıl başka bir konu hakkında konuşmak istiyorum: öksürmeye başladığımızda şifa versin diye içtiğimiz ıhlamur çayı sağlığımız için gerçekten faydalı mı?
Bu sorunun iki yanıtı var:
– Evet, dökme ıhlamur çayı içtiğimizde;
– Hayır, bazı markaların bazı önemli sağlık kriterlerine uygun olmayan poşetler ile hazırlanmış bitki çaylarını içtiğimizde.
Son yirmi otuz yıldır dünyanın batılı tabir edilen kısmında, öksürmeye veya boğaz ağrısı hissetmeye başlar başlamaz, kolektif hafızamıza kulak veriyoruz, ancak belirli bir noktaya kadar.
Her alanda olduğu gibi, burada da gıda endüstrisi bizi konforu, sağlık ile takas etmeye “ikna etti“.
Nasıl mı?
Tartışmasız, çok pratik ve kullanışlı: poşet fincana yerleştirilir, üzerine sıcak su eklenir, 3-5 dakika içerisinde, çaydanlık ve süzgeç gibi diğer araçları kirletmeden, lavabo giderini tıkama riskini de yaşamadan çayımız içime hazır olur.
Bununla birlikte, her konforun – hiç de ucuz olmayan – bir bedeli olduğunu unutmayalım; her ne kadar dökme çaylar, poşetli çayların yarı fiyatına satılıyor olsa da, söz konusu bedeli sadece mali anlamda değerlendirmek son derece yetersiz kalmaktadır.
Bahis konusu bu poşetler kağıt, kenevir, bambu elyafları, abaka, ipek gazlı bez, naylon, PVC, termoplastik, polipropilen, selüloz vb. gibi çok çeşitli malzemelerden üretilirler.
Ve bu malzemelerden bazıları demlenme işlemi için gerekli yüksek sıcaklıklarda kullanıldıklarında, bunları “sağlık” terimi ile birlikte aynı cümlede kullanmak çok yanlış olur. Özellikle, plastiklerin içtiğimiz çaya önemli bir şekilde salınmasından sorumlu olan naylon ve Pet malzemeden yapılmış o “havalı” çay poşetlerinden bahsediyorum!
2019’da yapılan bir araştırma, kaynar suya batırıldıklarında bu çay poşetlerinin, içeriklerindeki tıbbi bileşenlere ek olarak, yaklaşık 11.6 milyar mikroplastik ve 3.1 milyar nanoplastiği(1) suya bıraktıklarını tespit etmiştir: bu rakamların, zaten en üst seviyelerde bulunan plastikle ambalajlanmış su ve benzeri içeceklerin içindeki mikroplastik miktarını dahi oldukça geride bıraktıklarına dikkatinizi çekmek isterim.
Sektörün bazı büyük isimleri, artık gizlenemeyen bu risk ile yüzleşmek zorunda kaldıklarından, ürünlerinin yeni teknolojiler ile artık “çok daha az” mikroplastik içerdiklerini; ya da yağ bazlı değil de doğal maddelerden üretilen biyoplastik adını verdikleri yeni maddeler kullandığını öne sürüyorlar… sizi bilmem ama ben bu açıklamaları yeterli bulmuyorum. İnsan vücudu üzerindeki uzun vadeli etkileri hakkında henüz yeterli bilgi sahibi değiliz, mikroplastiklerin aslında kansere veya diğer oto-immün hastalıklara neden olup olmadıklarını henüz bilmiyoruz; ve biz şu an bilmiyoruz diye, maalesef bu risk olmadığı anlamına gelmiyor.
Ancak emin olduğumuz bir şey var: mikro ve nanoplastiklerin su yaşamına geri dönüşü olmayan bir şekilde zarar vermeleri; aynı zamanda biyolojik olarak parçalanabilirlikleri oldukça sınırlı.
Bana göre, bu maddelerden yapılmış ürünleri satın almakta ısrar etmek için hiçbir nedenimiz yok.
Şimdi en popüler ve en bilinen alternatifimizi inceleyelim: birçok insan için sıcak içeceklerin tadını çıkarmanın tek yolu olan kağıt poşetler.
Plastik olanlardan daha az zararlıdır, ancak izin verirseniz bunu göreceli bir “daha az” olarak tanımlayacağım; çünkü piyasadaki çoğu marka, kağıt (lif katmanları demek daha doğru) katmanlarını birbirine yapıştırmak için yukarıda sözü edilen korkunç parçacıkları içeren tutkallar içerebiliyorlar. Daha da kötüsü bazı markaların formülasyonu, ortama dioksin veya epiklorohidrin bırakabilen ağartıcı maddelerinin kullanımını içerebilmekte(2): poşete daha kararlı ve dirençli bir form vermek için kullanılan bu son madde, kanserojen olup, pestisitlerin ve epoksi reçinesi bileşiminde de bulunuyor(3).
Bitti mi? Tam olarak değil.
Kağıt çay poşetleri nasıl kapatılıyor sizce? Mevcut 3 olasılık var: tutkal (plastik salınmasına yol açan termoplastik yapıştırıcılar veya yeni nesil, mısır nişastasından yapılan sağlıklı malzemeler); metal zımba teli (toksik metallerle kontaminasyon riski – tat değişimi) ve dikiş (pahalı, ancak sağlık için bakıldığında en iyi yöntem).
Tüm bu değerlendirmelerin sonunda, sağlığımızın doğrudan gezegenin sağlığıyla bağlantılı olduğunu eklemek isterim: elde ettiğimiz küçük bir rahatlığın çevreye çok fazla zarar verebileceği dikkate alınmalıdır; sadece 2 gram ürünü paketlemek için ne kadar malzeme kullanıldığını düşünün ve şimdi bu miktarı tüm dünyadaki insanların sayısıyla çarpın! Tüm bu farklı malzeme kokteyllerinin doğru şekilde geri dönüştürüldüğüne inanıyor musunuz? Cevabı zaten biliyorsunuz, ama belki çözümünü değil.
Peki ne yapmalı? Soğuk algınlığımıza dermanı hemen ilaçlarda mı aramalıyız? Tabii ki hayır: yapmamız gereken tekrar “eski doğru alışkanlıkları” benimsemek; konfordan vazgeçip (çok da zor bir iş değil oysa dökme çay kullanmak); tüketiciliği azaltalım ve en sevdiğimiz bitki ve çaylarımızın faydalı özelliklerinden gönül rahatlığıyla yararlanalım.
Böylece nöroloji ve bağışıklık sistemimizin yanı sıra çevreye de zarar vermeden, hem bütçe yükümüzü daha da hafifletmiş bir şekilde boğaz ağrımızdan kurtulabiliriz.
Bu nedenle açık, dökme çay kullanın ve Ihlamur ağacının çiçekleri ve yapraklarının sunduğu şifayı en yüksek seviyedeyken elde edebilmek adına, onları toplamak için elinizi çabuk tutun: Haziran ve Temmuz ayları en ideal dönemi işaret etmekte. Tek yapmanız gereken, kışı beklemek üzere kavanozlara koymadan önce tamamen kurumalarını sağlamak için on gün boyunca sabırlı olmak. Ihlamur çayının tıbbi özelliklerinin bozunmaması için bu prosedürü güneş altında değil de gölgede gerçekleştirmenizi öneririm.
Ekli dosyayı görüntüle 11270
Güzel ve sağlıklı bir ıhlamur çayı nasıl yapılır
Bunu herkes yapabilir, tek yapmanız gereken 1-2 kaşık ıhlamuru (akan suyun altında iyice yıkadıktan sona) bir demlik içindeki kaynar suya koyun; birkaç dakika bekleyin, süzün ve sıcak veya ılık veya soğuk olarak, ballı veya balsız bir şekilde için. İhtiyaç duyacağınız malzemeler bir demlik (veya bir kap) ve bir süzgeç. Hepsi bu!Not: Fitoterapötik özellikleri olan her bitki için olduğu gibi, ıhlamurun da tüketiminde de aşırıya kaçılmamalıdır. Önerilen günlük doz 2 ila 4 gram kuru çiçekten ibarettir. Alman bir klinik araştırmanın ulaştığı bulgular ıhlamur çiçeklerinin “kardiyotoksik” olduklarını ve bu nedenle tüketimlerinin kalp hastası olan kişiler için önerilmediğini ortaya koymaktadır(4).
Kaynak
(1): Plastic Teabags Release Billions of Microparticles and Nanoparticles into Tea, by Laura M. Hernandez, Elvis Genbo Xu, Hans C. E. Larsson, Rui Tahara, Vimal B. Maisuria and Nathalie Tufenkji. Environmental Science & Technology. DOI 10.1021/acs.est.9b02540