Osmanlı Eğlence Anlayışı

Katılım
3 yıl 7 ay 29 gün
Mesajlar
23
Tepkime puanı
113
Osmanlı Eğlence Anlayışı

Budizm ve İslamiyet, Türklerin yaşam biçimlerinde temel değişimlere yol açmıştır. Manihezim ise Uygur Türklerini etkilemiş ancak , derin bir iz bırakamamıştır. Yahudilik ve Hıristiyanlık ise Türklerin bir kısmında inanç, kültür ve kimlik değişimi yaratmıştır.
Gök Tanrı inancı ile büyük uyum sağlayan Müslümanlıktaki mücadelecilik ve disiplin anlayışı, Türk töre ve karakterine uygun bir din olarak özümsenmiştir. İslamiyet ile Türk töresi iç içe geçerek adeta birbirini tamamlamışlardır.
İslam dinindeki haklar ve kurallara ilişkin helal ve haram dengesi, eğlence hayatını kısmen düzenlemiş ve özellikle düşük ahlaklılık gösteren eğlence anlayışları yavaş yavaş terkedilmiştir. Fakat, özellikle müzikli eğlence anlayışı yahut gelenekleri, Muhammed Peygamber zamanında bile yasaklanmamıştır. Türklerde müzik hayatın bir parçası olup at üzerinde bile icra edilmiştir. Küğ ya da Yır olarak bilinen müzik türü Oğuz ve Manas destanlarında geçmektedir.
Farabi’nin Türk müzik birikimini bilimsel olarak disiplin etmesi ve Kitab-ı Musiki’y-ül Kebir (Büyük müzik kitabı) adlı eserle Türk müzik formatlarını İslam musikisiyle birleştirmiştir. Selçuklularda devlet teşkilatına giren mızıka heyeti, Osmanlılarda Ceng-i Harbi veya Mehter Müziği olarak çok daha geniş ve etkili olmuştur.
İslam ümmeti ile Osmanlı milletlerinin üst düzey yöneticilerinin bulunduğu çevreler içinde yaygınlaşan sportif eğlencelerle birlikte, müzik ve gösteri eğlenceleri de yaygınlaşmıştır. Bu yaygınlık ekonomi merkezlerinde ve saraylarda kadın odaklı olarak kapalı bir sektöre dönüşmüştür.
Osmanlı’da halka açık eğlence merkezleri ilk dönemlerde spor oyunları ile başladı. Avcılık ve okçuluk, güreş ve cirit gibi ulusal oyunlar, İstanbul’un Başkent olmasıyla ve kıraathanelerin tartışma ve dinlenme merkezi olarak gelişmesiyle azaldı. Giderek halk oyunları ile idareci sınıf arasındaki eğlence anlayışı birbirinden kapma noktasına geldi.


“18. Yüzyılda İstanbul’daki İsveç elçiliğinde çalışan d’Ohhson, yedi ciltlik Tableau General de L’Empire Otoman adlı eserinin dördüncü cildinde eğlence konusuna değinir. Yazar, Müslümanların gösterilerden, gürültülü,, patırtılı bayramlardan sakındıklarını söyledikten sonra;


"Türkler arsında münhasıran padişahın eğlenmesine hasredilen saray içi eğlencelerinden başka genel eğlencelere rastlanmaz."

der. Bu tür eğlencelerin de ancak iki bayram arasında olduğunu belirten d’Ohhson, Türkleri eğlenmeyi bilmemekle ve asık suratlılıkla itham eder. Komedi, trajedi, opera gibi insanoğlunun dehasının bütün kaynaklarını ve dilin bütün güzelliğini döktüğü sanatlar Türklerin meçhulüdür. Yazar tarafından aşağılanan oyun ekipleri, komikler, hokkabazlar, güreşçiler, cambazlar, gölge oyunları, var olmasına vardır ama, bunlar da alenen temsil veremez ve ancak özel vesilelerle görünürler. (…)
Ciddiyet, eğlencelere karşı bigane davranmak Türklerin törelerinin bir parçası gibidir. Erkekler olsun, kadınlar olsun, aşırı hareket etmemeyi, telaşa kapılmamayı, mümkün olursa sofralarındaki yerinden kıpırdamamayı bir nevi büyüklük sayar. Mesela oturdukları yerde veya ayaktayken mendillerini düşürürler veya iki adım ötedeki bir şeyi almaları gerekirse, kendileri kıpırdamaz ve iki ellerini birbirine vurmakla yetinirler. O zaman hemem bir içağası veya cariye koşar ve isteklerini yerine getirir.”
Osmanlı eğlence hayatının sadeliği ve zarafetine karşı tepkili olan elçinin İslam emir ve yasakları ile Peygamberimizi sünnetleri hakkında yeterli bilgiden yoksu olduğu çok açıktır. Ancak, Osmanlı eğlence hayatının saray içi ve çevresindeki resmiyetin dışındaki boyutları da iyi gözlemlenmelidir.


“1582 yılında Padişahın kızkardeşleri evlenirken yapılan şenlikler sırasında İstanbul’da bulunan De La Croix donanma gecesini şöyle anlatıyor:
Bu türlü gece şenliği çok hoştu. Bütün dükkanlar en değeli eşyalarla bezeniyor ve pek çok sayıda kandillerle aydınlatılıyordu. Bu kandiller çiçek demeti ve klaptanlarla asılıyordu.Satıcılar geceyi dostlarıyla şarkı söyleyip, çubuklarını tüttürerek, kahvelerini içerek geçiriyorlardı. (…)“

Osmanlı Devleti’nde eğlence hayatını yönlendiren resmi ve sivil kuruluşlar da vardı. Eğlencehane-i Osmani Kumpanyası, Handehane-i Osmanlı Kumpanyası, Meserrethane-i Osmani Kumpanyası, Tema¤şahane-i Osmanlı Kumpanyası, vb. organizasyonlarda profesyonel oyun ve eğlenceler düzenlenmekteydi.
Osmanlı ve İstanbul eğlenceleri, Türk töresinin etkisinde kalan Anadolu eğlence geleneğinden koparak, Arap, Fars ve batı geleneklerinin bir sentezi durumuna dönüşmekteydi:


“19. yüzyılın ilk yarısında (…) bir lale bayramını izleyen Panaroma Dergisi’nin muhabiri J.A. David anlatıyor:
Güneşin batmasıyla birlikte haremdeki kadınlar (…) şenliğin başlamasını beklemeye koyuldular. Ansızın akşam sessizliğini yırtan bir haykırışla bir meşale yanar, ışıkları birbirini arar, birbirlerine kavuşur. Bir alay adam hoş kokular yayan meşalelerle çiçeklerin arasında, arkasında ışıklı izler bırakarak dağılırlar. Her çiçeğin yanına bir ayna yerleştirilmiştir. Alevler e çiçek bu aynaya yansır. (…) Denizde ve kalede atılan topların bu şenliğin görkemi konusunda ancak soluk bir izlenim verebilir.”
Osmanlı düğünleri de batılı elçilerin gözlemleriyle metinlere yazılmıştır. Saray düğün merasimi konusunda ve özellikle düğün müziği ve dansı hakkında detaylı bilgi vermiştir:


“Önce şarkı söyleyen rakkase, ardından dansa başlar: Başının üstünde definin zillerini şakırdatarak yerinden kıpırdamaksızın, bazen yavaşlayan, bazen çılgıncasına hızlanan bir ahenk ile sallanmaya başladı.(…)”

İstanbul’daki Hamal Bayramı hakkında, 1857 yılında gözlemlerini anlatan Baronne de Fontmagne, davul, zurna ve saz ekipler eşliğinde çok sayıda seyircisi bulunan el parmaklarıyla birbirine tutunmuş ve halka olmuş (Halay) gruplardan bahseder. Bir Mevlevi törenine de şahit olan Baronne de Fontmagne, musiki eşliğinde dönen derviş ve seremoniyi bir tiyatro sahnesine benzetmektedir.
Geleneksel gösteri sanatlarındaki eğlence kültüründe de merkez olan İstanbul’un, yabancılar gözünde ayrı bir mistik havası ve doğu kültürünün gizemi vardı. Feldmareşal Helmuth Von Moltke, Medeah ve Kukla oyunlarından özenle bahsetmektedir. Bir halk mizahı olan meddah ve kukla oyunu, Türk halk tiyatrosunun ve sahne eğlencelerinin ilk evreleri olarak değerlendirilebilir. Rus Elçisi Kutuzov (1779 Yaş Antlaşması) gözlemlerinde, Ermeni ve Yahudi çalgıcıların eşliğinde, Rum çengi ve oğlanların dansı ile cambaz gösterilerinin yapıldığı avluda, at biniciliği gösterilerini de izlediğini bildirir.
Metin And’ın, ‘Oamanlı Şenliklerinde Saraylar’ adlı eserinde şenlikleri ve eğlenceleri şu başlıklarda sınıflandırmıştır:



  • Savaş Gösterileri
  • Sirk Gösterileri
  • Cambazlık
  • Musikili Eğlenceler
  • Nahıllar
  • Şeker Bahçeleri
  • Geçit Alayları
  • Esnaf Alayları
  • Mesire Eğlenceleri
‘Boğaziçinde Yirmialtı Yıl’ adlı eserin yazarı Dorina L. Neave (1881-1908) kitabında özellikle mesire eğlencelerine geniş yer vermektedir.
Osmanlı Harem Dairesi eğlencelerini ise şu başlıklarda toplamak mümkündür:


  • Halvet
Göç
Musiki
Karagöz, Kukla vb. gösteriler
Köçek
Tavşan Oyunu
Çengi Dansları
Bunun dışında halk ile birlikte kutlanan Cuma Selamlığı, Nevruz Tebriki, Kandiller ve Sure Alayı, Ramazan, Hırka-i Sadet’i Ziyaret, Kadir Gecesi ve Alayı ve Bayram Tebrikleri de sayılabilir.
 

Benzer konular

Geri
Üst Alt