Forumtagram Genel Forum Sitesine Hoş geldiniz!

Foruma Üye Olmadan, Konu açamaz, Yorum yapamaz ve Üyelerimizle Etkileşimde Bulunamazsınız. :)

Üye Ol!

Kral III. George nasıl delirdi?

Katılım
25 gün
Mesajlar
518
Tepkime puanı
588
Konum
Aksaray
Bu bağlantı ziyaretçiler için gizlenmiştir. Görmek için lütfen giriş yapın veya üye olun.


Yaklaşık 60 yıl tahtta oturan İngiliz hükümdarı Kral III. George , genellikle iki önemli olayla hatırlanır: Amerikan kolonilerini kaybetmesi ve deliliğe sürüklenmesi.

Sanat ve bilimi destekleyen akıllı, adil ve popüler bir yönetici olarak elde ettiği başarılar, çoğu zaman hastalığı tarafından gölgede bırakılsa da, onun rahatsızlığının karmaşıklığını ve hem kişisel hayatı hem de yönettiği ülke üzerindeki etkisini anlamak büyük önem taşımaktadır.

2. Hastalığın İlk Belirtileri (1765)

Kral III. George'un hastalığının ilk belirtileri, 27 yaşındaki hükümdarın tahtta henüz beş yıl kalmasına rağmen 1765 yılında ortaya çıktı.
Ateş, geçmeyen öksürük, ani kilo kaybı ve uykusuzluk gibi bir dizi semptom yaşadı.
Kral, bu fiziksel rahatsızlıkların yanı sıra bilişsel bozukluklar da sergiliyordu ve bu durum saray mensupları ve kralın kendisi arasında endişeye yol açıyordu.

Durum o kadar endişe vericiydi ki, Parlamento, Kral'ın tekrar güçsüz kalması durumunda bir naiplik kurulmasını öngören Naiplik Yasası'nı çıkardı. Ancak George III kısa sürede toparlandı ve yasa yürürlükten kaldırıldı.

3. Şiddetli Nüks (1788)

1788 yılında Kral III. George'un akıl hastalığıyla mücadelesinin başlangıcını oluşturan çok daha ciddi bir nüksetme yaşandı. Bir zamanlar sevimli ve nazik olan hükümdar, şiddet dolu bir çılgınlık ve tuhaf davranışlar sergileyen mantıksız ve dengesiz bir kişiye dönüştü. Halüsinasyonlar görüyor, kadınlara uygunsuz yaklaşımlarda bulunuyor ve hatta birkaç kez cinsel saldırı girişiminde bulunuyordu.

Kralın durumu o kadar kötüleşti ki, saatlerce durmadan saçma sapan konuşuyor ve şiddetli krizler geçiriyordu. Kendine zarar vermesini önlemek için hizmetkarları onu zapt etmek zorunda kalıyordu.

Kralın yaveri Robert Greville'in günlüğünde yazdığına göre, III. George 1788 Noel Gününü bir yanılsama içinde geçirmişti: “O sırada yatağının altında yatak örtüsünün kendisine ait olan kısmı vardı; gece başlığını çıkarmış, başına bir yastık kılıfı geçirmişti ve yastık, yanında, Prens Octavius adını verdiği yataktaydı; bu çocuğun bugün yeni doğacağı söyleniyordu.”

4. Kew Palace'da Tedavi
Kralın hastalığıyla baş edebilmek için Windsor'dan Londra'daki Kew Sarayı arazisindeki Hollanda Evi'ne nakledildi. Doktorları onu iyileştirmek için çeşitli yöntemler denediler; bunların arasında cildine arsenikli tozlar sürmek de vardı; bu da yanmaya ve kabarcıklara neden oluyordu. Ayrıca onu aç bıraktılar, dondurucu soğuk suya soktular ve kusmasını sağlamak için kusturucular, ishal olmasını sağlamak için de müshil verdiler. Bütün bu acı verici ve aşağılayıcı muamelelere rağmen Kral'ın durumunda bir iyileşme olmadı.

Çaresizce bir çözüm arayan Kraliçe Charlotte, akıl hastalarını tedavi etmedeki başarısıyla tanınan bir din adamı ve hekim olan Francis Willis'e yöneldi. Willis, Kral'ın davranışlarını bir ceza ve ödül sistemiyle kontrol etmek için katı bir "Ahlaki Yöntem" kullandı. George III öfkelendiğinde veya şiddete başvurduğunda, Willis onu bir deli gömleğiyle bağlayıp, sakinleşene kadar ağzını tıkamasını emrederdi. Buna karşılık, kral uygun davrandığında aile üyelerinin ziyaretleriyle veya yemek sırasında çatal bıçak kullanımıyla ödüllendiriliyordu.

5. Kralın Deliliğinin Nedenine İlişkin Teoriler
Tarih boyunca Kral III. George'un hastalığının nedenini açıklamak için çeşitli teoriler ortaya atılmıştır.

18. yüzyılda, Kral'ın dört mizaçtan (kan, balgam, sarı safra ve kara safra) birinin dengesizliğinden muzdarip olduğuna inanılıyordu; bu da tüm hastalıkların kökeni olduğuna inanılıyordu.


1960'lı yıllarda psikiyatristler Ida Macalpine ve Richard Hunter, Kral'ın semptomlarının, hemoglobinin önemli bir bileşeni olan hem'i vücudun üretme yeteneğini etkileyen nadir bir genetik bozukluk olan porfiriyle uyumlu olduğunu öne sürdüler.

Bu teori, özellikle 2005 yılında yapılan bir saç analizinin, Kral'ın saçında yüksek oranda arsenik bulunduğunu ve bunun porfiri hastalığının başlangıcını tetiklemiş olabileceğini ortaya koymasının ardından önemli bir ivme kazandı.

Ancak Londra Üniversitesi'ndeki St George's araştırmacılarının son araştırmaları porfiri teorisini çürüterek, Kral III. George'un büyük ihtimalle bipolar bozukluktan muzdarip olduğunu ileri sürdü.

Kralın el yazısıyla yazılmış mektuplarını analiz ederek, manik ataklar sırasında cümlelerinin çok daha uzun, daha karmaşık ve tekrarlayıcı olduğunu keşfettiler; bu özellikler, bipolar bozukluğun manik evresiyle tutarlıydı.

Araştırmacılar ayrıca, Kral'ın daha önce porfiriye bağlanan idrar rengindeki değişikliğin, gentian violet adı verilen bir ilacın etkisinden kaynaklanmış olabileceğini ileri sürdüler.

6. Sonraki Nüksler ve Gerilemeler (1801-1810)
Kral III. George, 1801 ve 1804 yıllarında tekrar nüksetti ve bu yıllarda tedavi için tekrar Hollanda Evi'ne kapatıldı. Her geçen bölümde Kral'ın ruhsal ve fiziksel sağlığının giderek kötüleştiği daha da belirginleşiyordu.

Son ve en ciddi hastalık dönemi, en küçük ve en sevdiği kızı Prenses Amelia'nın ölümünün ardından 1810 yılında yaşandı.

Kralın durumu o kadar ağırdı ki, kendisine kalıcı akıl hastalığı teşhisi konuldu ve hayatının son on yılını Windsor Kalesi'nde inzivada geçirdi.

Katarakt nedeniyle kör ve muhtemelen sağır olan III. George, kale koridorlarında dolaşarak ölmüş çocuklarıyla hayali sohbetler yapar ve saatlerce ağlardı.

Çok sevdiği eşi Kraliçe Charlotte 1818 yılında vefat ettiğinde, Kral o kadar kötü durumdaydı ki onu tanımadı ve ölümünün yasını tutmadı.

7. Popüler Bir Kralın Mirası

Akıl hastalığına odaklanılmasına rağmen Kral III. George, saltanatı sırasında oldukça saygı duyulan ve sevilen bir hükümdardı.

İngiltere'de doğan ve ana dili İngilizce olan ilk Hannover kralıydı; bu da onu tebaasının gözünde sevimli kılıyordu.

Tarıma olan ilgisiyle tanınan ve sevgiyle "Çiftçi George" lakabıyla anılan Kral, sanatı ve bilimi destekleyen, kendini adamış ve çalışkan bir hükümdardı ve bu da onu Avrupa'nın en aydınlanmış hükümdarlarından biri yaptı.

Kral III. George'un hastalığının, günümüzde mevcut tıbbi bilgi ve şefkatli bakımla etkili bir şekilde tedavi edilememiş olması, yaşadığı dönemin trajik bir sonucudur.

Bunun yerine, doktorlarının acı verici, aşağılayıcı ve sonuçta etkisiz tedavilerine katlanmak zorunda kaldı.


8. Kralın Hastalığının Ülke Üzerindeki Etkisi

Kral III. George'un hastalığıyla başa çıkmak için her seferinde kamu hayatından çekilmesi, anayasal bir krizi tetikliyordu.

Onun yokluğunda kararları kimin alacağı sorusu, en büyük oğlu Galler Prensi'nin (geleceğin Kralı IV. George) Naip olarak atanmak için yarışmasıyla tartışmalı bir konu haline geldi.

Ancak hükümet, Prens'in siyasi muhalefetle aynı çizgide olduğu bilindiğinden buna engel olmakta kararlıydı.

İlginçtir ki, Kral'ın yokluğunun yol açtığı siyasi karışıklıklara rağmen, krizler nispeten kolay çözüldü.

Bu kısmen Kral'ın sonunda iyileşmesine, kısmen de İngiliz tarihinde bu noktada monarşinin gücünün azalmasına ve Parlamento'nun taç üzerinde önemli bir etkiye sahip olmasına bağlıydı.

İronik olarak, Kral'ın hastalığı, nihayetinde onun ülkenin siyasi manzarasında istikrar sağlayıcı bir güç olarak önemini vurgulamaya hizmet etti.
Onun yokluğunda, politikacılar kavgalarını yatıştırmak için onun sakinleştirici etkisine ne kadar güvendiklerini fark ettiler.

9. Sonuç

Kral III. George'un trajik bir şekilde deliliğe sürüklenmesinin öyküsü, fiziksel ve ruhsal hastalıkların, 18. yüzyıl tıbbi bilgisinin sınırlılıklarının ve dönemin siyasi ortamının ipliklerinden örülmüş karmaşık bir dokudur.

Hastalığının kişisel hayatı ve aile üyelerinin hayatları üzerinde şüphesiz derin bir etkisi oldu; ancak aynı zamanda Kral'ın ülke içinde istikrarı sağlamadaki önemli rolünü de vurguladı.

Kral III. George'un hayatına baktığımızda, onu yalnızca "Amerika'yı kaybeden çılgın kral" olarak değil, aynı zamanda zihinsel hastalığın getirdiği büyük zorlukla cesaret ve dirençle yüzleşen, kendini adamış, aydınlanmış ve sevilen bir hükümdar olarak hatırlamak önemlidir.

Onun hikayesini şefkat ve anlayışla incelersek, zihinsel sağlığın karmaşıklıkları ve zorluklar karşısında dayanıklı insan ruhu hakkında değerli içgörüler elde edebiliriz.
 
Geri
Üst Alt