- Katılım
- 1 yıl 10 ay 5 gün
- Mesajlar
- 2,196
- Tepkime puanı
- 584
- Cinsiyet
İnka Öncesi dönemde savaşçılar, birbirlerini yapay olarak deforme edilmiş ve kastını ve mesleğini belli eden kafataslarından tanıyordu.
Tiwanaku’lar bebeklerin kafataslarını sıkıştırarak garip şekillere sokuyordu. C: Ethan Doyle White via Wikimedia Commons
Eski dönemlerde farklı şekildeki kafatasları oldukça revaçtaydı. Yapay kafatası deformasyonu (ACD) üzerine yapılan yeni bir çalışmanın yazarlarına göre, Amerika kıtasında Kolomb öncesi var olmuş bir güç merkezinin savaşçıları savaş alanındaki dostlarını düşmanlarından kasıtlı olarak farklı şekillere sokulmuş kafataslarına göre ayırt edebiliyorlardı.
Bolivya’daki Tiwanaku antik kentinde bu grotesk uygulamanın rolünü belgeleyen araştırmacılar; kafa şeklindeki farklılıkların asla çıkarılamayan bir tür üniforma gibi sosyal kimlik, sınıf ve mesleği ifade etmek için kullanıldığını söylüyor.
Günümüz Bolivya, Peru ve Şili sınırında yer alan Tiwanaku şehri, güney-orta And Dağları’ndaki en güçlü İnka öncesi yönetimlerinden biriydi. Yaklaşık 40.000 kişilik bir nüfusa sahip olan kent, milattan sonra 500 ile 1150 yılları arasında uzun bir altın çağ yaşamış ve bu dönemde önemli bir siyasi güç olmuştu.
Diğer eski İspanyol öncesi kültürler gibi, Tiwanaku da kafataslarının ritüel olarak değiştirilmesiyle ilişkilendiriliyor. Bu eski gelenek hakkında daha fazla bilgi edinmek için çalışmanın yazarları, And Dağları’ndaki Yapay kafatası deformasyonunun tarihi üzerine bir literatür taraması gerçekleştirdi.
Araştırmacılar süreç hakkında, “Yapay kafatası deformasyonu genellikle morfogenetik özellikler kalıcı hale gelmeden önce bebeğin yaşamının ilk birkaç ayı içinde gerçekleştirilmiş.” diyor. Araştırmacıların bulgulardan elde ettikleri sonuçlara göre, Tiwanaku sakinlerinin farklı etkiler yaratmak için çeşitli kafatası şekillendirme teknikleri kullandıkları görülüyor.
Örneğin, “tablo şeklinde eğik deformasyonu […]” elde etmek için bebeklerin kafalarının ön ve oksipital bölgelerine iki ahşap tahta (çoğunlukla yastıklı) yerleştirildi ve bandajlarla sabitlendi. Bu, çoğu zaman bebeklerde “kafanın yanal çıkıntısı” ile “kutu benzeri, düzleştirilmiş bir kafatası kubbesi” oluşması ile sonuçlandı. Ve yüzü “kısaltılmış ve daha geniş” bir şekle soktu.
Benzer sonuçlar veren ikinci bir yöntemi anlatan yazarlar, “bebeklerin vücutları düz, ahşap bir yüzeyin üzerine sırt üstü yatırılıyordu. Dikey bir tahta parçası düz, ahşap yüzeye belli bir açıyla sarılmıştı, yukarı doğru çıkıntı yapıyordu ve bebeklerin kafataslarının ön bölgesine dayanıyordu.”
Son olarak, “bantlar, kemerler ve sargılar bebeklerin başlarına değişen sıkılıklarda çapraz şekilde bağlandığında konik bir kafatasına ulaşılıyordu”. Yani bebeklerin kafatasına çevresel olarak basınç kuvveti uygulanıyordu.
Uygulamanın amacı bir kişinin sınıfını, kastını ve mesleğini (köle mi yoksa asker mi olduğu gibi) tanımlamaktı. Yazarlar bu durumu, “Bu özellikle savaşçılar için faydalıydı; çünkü savaşçılar, kafatası yapısındaki farklılıklar aracılığıyla silah arkadaşlarını düşmanlarından ayırırlardı” diye açıklıyor.
Diğer bir yandan, doğuştan itibaren fiziksel olarak şekil bozukluğu ve belirli bir meslek için belirlenmiş olma dezavantajının yanı sıra, Yapay kafatası deformasyonuna maruz kalmanın da belirli bilişsel bozukluklara yol açmış olması mümkün. Örneğin araştırmacılar, kafatası deformasyonu nedeniyle beynin ön lobunda meydana gelen hasarın hafıza, dikkat ve yürütme fonksiyonlarında bozulmaya yol açabileceğini açıklıyor.
Aynı zamanda, parietal lobdaki hasar kişinin duyusal uyaranları yorumlama yeteneğini engelleme; temporal lobdaki yaralanmalar ise “sinirlilik hali, işitme eksiklikleri ve başkalarının duygularını anlama yeteneğinde eksiklik” ile ilişkilendiriliyor.
Tiwanaku’nun yumurta şekilli kafatasına sahip sakinlerinin gerçekten bu bilişsel eksikliklerden herhangi birini yaşayıp yaşamadığını söylemek zor. Yazarlara göre, bu tür zararlı etkiler “çağın mesleki taleplerinin bilgi odaklı olmaktan çok güç merkezli olması nedeniyle gözden kaçmış olabilir.”
Tiwanaku’lar bebeklerin kafataslarını sıkıştırarak garip şekillere sokuyordu. C: Ethan Doyle White via Wikimedia Commons
Eski dönemlerde farklı şekildeki kafatasları oldukça revaçtaydı. Yapay kafatası deformasyonu (ACD) üzerine yapılan yeni bir çalışmanın yazarlarına göre, Amerika kıtasında Kolomb öncesi var olmuş bir güç merkezinin savaşçıları savaş alanındaki dostlarını düşmanlarından kasıtlı olarak farklı şekillere sokulmuş kafataslarına göre ayırt edebiliyorlardı.
Bolivya’daki Tiwanaku antik kentinde bu grotesk uygulamanın rolünü belgeleyen araştırmacılar; kafa şeklindeki farklılıkların asla çıkarılamayan bir tür üniforma gibi sosyal kimlik, sınıf ve mesleği ifade etmek için kullanıldığını söylüyor.
Günümüz Bolivya, Peru ve Şili sınırında yer alan Tiwanaku şehri, güney-orta And Dağları’ndaki en güçlü İnka öncesi yönetimlerinden biriydi. Yaklaşık 40.000 kişilik bir nüfusa sahip olan kent, milattan sonra 500 ile 1150 yılları arasında uzun bir altın çağ yaşamış ve bu dönemde önemli bir siyasi güç olmuştu.
Diğer eski İspanyol öncesi kültürler gibi, Tiwanaku da kafataslarının ritüel olarak değiştirilmesiyle ilişkilendiriliyor. Bu eski gelenek hakkında daha fazla bilgi edinmek için çalışmanın yazarları, And Dağları’ndaki Yapay kafatası deformasyonunun tarihi üzerine bir literatür taraması gerçekleştirdi.
Araştırmacılar süreç hakkında, “Yapay kafatası deformasyonu genellikle morfogenetik özellikler kalıcı hale gelmeden önce bebeğin yaşamının ilk birkaç ayı içinde gerçekleştirilmiş.” diyor. Araştırmacıların bulgulardan elde ettikleri sonuçlara göre, Tiwanaku sakinlerinin farklı etkiler yaratmak için çeşitli kafatası şekillendirme teknikleri kullandıkları görülüyor.
Örneğin, “tablo şeklinde eğik deformasyonu […]” elde etmek için bebeklerin kafalarının ön ve oksipital bölgelerine iki ahşap tahta (çoğunlukla yastıklı) yerleştirildi ve bandajlarla sabitlendi. Bu, çoğu zaman bebeklerde “kafanın yanal çıkıntısı” ile “kutu benzeri, düzleştirilmiş bir kafatası kubbesi” oluşması ile sonuçlandı. Ve yüzü “kısaltılmış ve daha geniş” bir şekle soktu.
Benzer sonuçlar veren ikinci bir yöntemi anlatan yazarlar, “bebeklerin vücutları düz, ahşap bir yüzeyin üzerine sırt üstü yatırılıyordu. Dikey bir tahta parçası düz, ahşap yüzeye belli bir açıyla sarılmıştı, yukarı doğru çıkıntı yapıyordu ve bebeklerin kafataslarının ön bölgesine dayanıyordu.”
Son olarak, “bantlar, kemerler ve sargılar bebeklerin başlarına değişen sıkılıklarda çapraz şekilde bağlandığında konik bir kafatasına ulaşılıyordu”. Yani bebeklerin kafatasına çevresel olarak basınç kuvveti uygulanıyordu.
Uygulamanın amacı bir kişinin sınıfını, kastını ve mesleğini (köle mi yoksa asker mi olduğu gibi) tanımlamaktı. Yazarlar bu durumu, “Bu özellikle savaşçılar için faydalıydı; çünkü savaşçılar, kafatası yapısındaki farklılıklar aracılığıyla silah arkadaşlarını düşmanlarından ayırırlardı” diye açıklıyor.
Diğer bir yandan, doğuştan itibaren fiziksel olarak şekil bozukluğu ve belirli bir meslek için belirlenmiş olma dezavantajının yanı sıra, Yapay kafatası deformasyonuna maruz kalmanın da belirli bilişsel bozukluklara yol açmış olması mümkün. Örneğin araştırmacılar, kafatası deformasyonu nedeniyle beynin ön lobunda meydana gelen hasarın hafıza, dikkat ve yürütme fonksiyonlarında bozulmaya yol açabileceğini açıklıyor.
Aynı zamanda, parietal lobdaki hasar kişinin duyusal uyaranları yorumlama yeteneğini engelleme; temporal lobdaki yaralanmalar ise “sinirlilik hali, işitme eksiklikleri ve başkalarının duygularını anlama yeteneğinde eksiklik” ile ilişkilendiriliyor.
Tiwanaku’nun yumurta şekilli kafatasına sahip sakinlerinin gerçekten bu bilişsel eksikliklerden herhangi birini yaşayıp yaşamadığını söylemek zor. Yazarlara göre, bu tür zararlı etkiler “çağın mesleki taleplerinin bilgi odaklı olmaktan çok güç merkezli olması nedeniyle gözden kaçmış olabilir.”