DİNİ İÇERİKLİ, GİZEMLİ VE İBRETLİ YAŞANMIŞ “DUYGUSAL” OLAYLAR

Charismax

Copyright @ Charismax
Katılım
3 yıl 7 ay 7 gün
Mesajlar
25,232
Tepkime puanı
8,697
Yaş
35
Konum
Memed' Home
İsim
CHRS
Memleket
Neresi?
Meslek
IzdırapÇI
Cinsiyet
vtEvVy
Medeni Hal
Ümmi Sinan hazretleri içeri girer.

Dışarıdaki gürültüye öfkelenen Şeyhülislamın suratı bin karıştır. Ekşi suratlıdır.

Ümmi Sinan’a hitaben, sert bir ifade ile;

-Ne istiyorsun be adam, ortalığı velveleye verdin, deyince;

Ümmi Sinan (o koca ilim ve irfan, maddi ve manevi ilim sahibi);

-Efendim, ben Ümmi -ehil- bir adamım. Bir meselem var onu soracağım, der.

Şeyhülislam;

-Sor ne soracaksan.

Ümmi Sinan:

-Efendim, hep aklıma takılır. Allah’ın ilmi ile kullarının ilmi arasında ne kadar fark var? Kainata baktığımızda insanların bilgilerine hudut biçilemiyor. Bu durumda bana Ulu Allah’ın ilmini benim anlayacağım şekilde basit olarak anlatır mısın, der. Bu memleketin en alim kişisi sizsiniz, der.

Şeyhülislam işin ciddiyetinin hala farkında değildir. Karşısında bir ilim ve irfan devinin olduğunu anlamamıştır.

-Behey adam. Bu ne biçim sorudur. Allah’ın ilmi ile kullarının ilmi hiç ölçülür mü? deyince, Ümmi Sinan birinci taşı duvarın gediğine koymak için;

-Siz peygamber vekilisiniz. R.SAV. öfke ile gadap ile fetva vermeyin, dini talim ederken gayet yumuşak olun, hiddetlenmeyin. Herkesin aklı ve anlayışı bir değildir. Anlayıncaya kadar çalışınız “Kellimünnase ala kuduri ukulihim” Yani, herkesin aklına göre konuşunuz, buyurmuştur. Halbuki sizde bu hiddet ve celal var iken kimse size sual sormaya cesaret edemez. Kendine gel ey efendi, peygamber makamında oturduğunu ve onun gibi davranman gerektiğini unuttu isen, size hatırlatırım, deyince;

Şeyhülislam işin ciddiyetini ve muhatabının ilmi kudretini idrak eder ve;

-Efendi, otur şuraya, sorduğun sorunun cevabını senin ve herkesin anlayacağı şekilde sana çizeyim, der ve önündeki kağıda bir daire çizer. Bu, Allah’ın ilmidir. Dairenin içindeki nokta da bütün kainatın, insanların, alimlerin bilgisidir. Allah’ın ilmi bir okyanus, kullarının ilmi bir damladır. Anladınız mı?

Ümmi Sinan oraya noktayı koyuverir.

-Efendim, çok iyi anladım. Fakat anlamadığım şey bu kadar gurur ve kibire kapılan zatıalinizin bu dairenin içideki insanların ilmini temsil eden noktada sizin ilminizi anlamadım, deyince, Şeyhülislam karşısında bir ilim deryasının olduğunu kavrar. Ümmi Sinan’a karşı duydukları yalan ve iftiraların farkına vararak, tavrı değişir. İltifata ve itibara başlar. Derin sohbetler yapılır.Alimler, ariflerle tartışır, yararlanırlar.

Ümmi Sinan, sohbet koyulaşınca, Şeyhülislam’a;

-Üstadım, mutlaka bilginin üstünde bilgi, alimin üstünde daha alimler vardır. Hiç kimseyi hor ve hakir göremeyiz. Malumunuzdur ki yüce Allah, meleklerine hitaben, Adem’in yaratılışı ile ilgili olarak melekler Adem’i yaratma dediğinde, siz benim bildiğimi bilemezsiniz, deyip Adem’i yaratınca, meleklere Adem’e secde emri verildi. Adem’e bütün bilgiler öğretildi. Adem’in bildiklerini melekler bilemedi. Bakara Suresi’nin 30-31-32... ayetlerinde bu husus anlatılır ve unutmayınız ki efendim, “ve fevga külle zi ilmin alim (Yusuf Suresi 76. ayet, sh. 243) yüce Allah “Biz kimi dilersek onun derecesini yüceltir, ilimde yükseğe çıkarırız. Zira her ilmin üstünde daha üstün bilgi, her bilginin alimin üstünde daha alim, bilen birisi vardır” buyurur. Aralarında uzun ilmi mübahaseler olmuş, manevi yönden tam olgunlaşamayan Şeyhülislam bir ara hiddete kapılmış. Ağzından şu cümle çıkıvermiş.

-Ey hoca, senin cenaze namazını bir papaz kıldırsın, diye espri yapmış. Bunun üzerine Ümmi Sinan, Şeyhülislam’a hitaben;

-Ona hiç şüphe yok. İnanıyorum ki, benim cenaze namazımı bir papaz kıldıracaktır, deyivermiş, gülüşmüşler, ama bir gerçeği de ifade etmişler. Böylece dost olarak Ümmi Sinan ve Şeyhülislam şakalaşarak ayrılmışlar.

Aradan zaman geçmiş. Emri hak vaki olmuş. Ümmi Sinan vefat etmiş. Cenazesini camiye getirip musallaya koymuşlar.

O gün de saraydan bir sultan ana vefat etmiş. Onun cenazesini de aynı camiye getirmiş, musallaya koymuşlar.

Osmanlı’da örf ve adet şu imiş ki; sutanların cenaze namazlarını genelde en büyük ilmi makamı olan Şeyhülislam kıldırırmış. Vakit namazından sonra sıra cenazelerin namazına sıra gelmiş. Malum ya, usulen önce erkeklerin, sonra kadınların cenaze namazları kıldırılır. Şeyhülislam, sultan ananın namazı için gelmiş. Ama orada bir erkek cenazesi var. Önce onun cenazesi kılınacak. Şeyhülislam, kim olduğunu sormadan -zaten sorulmaz- önce erkek Ümmi Sinan’ın cenaze namazını, sonra da sultan ananın namazını kıldırmış. Şeyhülislam efendi, sonra merak etmiş. Orada cami görevlilerine bu erkek cenazesi kim idi acaba deyince, O Ümmi Sinan’dı demişler. O zaman Şeyhülislam şöyle demiş:

-Hey koca adam, hey. En nihayet bizi papaz da yaptın. (Hani demişti ya Şeyhülislam; senin namazını papaz kıldırsın. Ümmi Sinan da evet, isabet buyurdunuz, benim cenaze namazımı bir papaz kıldıracak, demişti. Böylece Ümmi Sinan’ın kerameti ortaya çıkmıştı.) Öyle gittin, kıymetini bilemedik. Sizi takdir edemedik, diyerek Ümmi Sinan’ın arkasından ağlayarak gözyaşlarını tutamamış, Fatiha ve dua ile yad etmiş.

Şimdi bu (hikayede) olayda, anlatılmak istenen, verilmek istenen mesaj; Hiç kimse, kimseyi hor görmemeli, el elden üstündür, unutulmamalı kibire, gurura kapılıp... Mahkeme kapısı kadıya mülk değildir. Mülkün asıl sahibi Hz. Allah’tır. Kesin bilinmeli, değerlerin ve değerli, yararlı insanların kıymeti ölmeden önce bilinip takdir edilmeli. En büyük Allah cc. Hazretleridir. Hatırdan çıkarılmamalı, hiç kimse için peşin hükümlü olmamalı, yargısız infaz yapılmamalıdır. “Köroğlu gözün kör olsun, el diyor da ben de diyorum” asla dememeliyiz. Bedava boşuna günaha girmemeliyiz, diyorum.

KADERİMİZ BİZE NİÇİN BİLDİRİLMEDİ?

Kaza ve kader; gayp aleminden bilinmeyenlerdendir. Gayba iman dolayısıyle kadere iman İslam’da esastır. Çünkü bu alem sadece bilinenlerden ibaret değildir. Belki de bilinenler, bilinmeyenler, bilinenlere göre belki binde bir bile değildir. Eskiden bilinmeyen yüzlerce olay bugün bilinir hale gelmiştir. Özellikle teknolojik gelişmeler kader sınırlarını zorlamakta, iletişim alanında akıllara durgunluk veren ilerlemeler olmaktadır. Fakat herşeye rağmen eskilerin bir deyimi vardır. “Mevcudat, meşhudattan ibaret değildir” derler. Yani, kainat sadece görünen ve bilinenlerden ibaret değildir demektir. İşte kader olayı da inanılması zorunlu olan bilinmeyen ve görünmeyen olaylardandır. Peki kader kısa ve öz olarak sözlük anlamı ile; takdiri ilahi, Allah’ın takdiri. İslami anlamı ise; ulu Allah’ın kulunun bir ömür boyu eylem ve işlemlerini ezeli ervahtan beri bilir -olması olacak ve işlenecek bir olayı- kulun işleyeceği için takdir edip yazmasıdır. Ulu Allah kulun iyi ve kötü hallerini bildiği için yazılıyor. Olay Allah yazdığı için değil, olacağı için yazılıyor. Eğer Allah yazdığı için olaylar olsaydı, bütün günahlardan kul sorumlu olmazdı. Çünkü kul Allah böyle istedi ben de yaptım der ki, bu muhaldir. Yani şer’an ve aklen caiz değildir.
 
Geri
Üst Alt