- Katılım
- 4 yıl 2 ay 25 gün
- Mesajlar
- 25,600
- Tepkime puanı
- 8,841
- Yaş
- 35
- Konum
- Memed' Home
- Web sitesi
- forummeskeni.com
- İsim
- CHRS
- Memleket
- Neresi?
- Meslek
- IzdırapÇI
- Cinsiyet
- Medeni Hal
Bilimler Tasnifi
Hazırlayan: Merve Nur Türksever
- Bilgiyi haritalama ve sıralama girişimleri Aristoteles’ten itibaren başlatılabilir. Özellikle 19. yüzyılda bilimlerin sınıflandırılmasının çoğaldığına şahitlik edilir.
- Jeremy Bentham’dan Andre-Marie Ampere’ye, William Whewell’den August Comte’a, Herbert Spencer, William Wundt’tan Karl Pearson ve Peirce’e kadar bilimleri sınıflandırmak, kendine özgü bir 19. yüzyıl arayışı ve kendi başına bilimsel ve felsefi bir tür haline gelmiştir.
- Nitekim Peirce bilimler tasnifini apayrı bir alan olarak tanıtmıştır.
- Neden bilimler sınıflandırması yapıldı diye sorulacak olursa, bunun arkasında Bacon’dan itibaren oluşan bir sınıflama girişimi vardır.
- Bacon bilimleri insanın psikolojik doğasıyla ilgili olarak üçlü bir tasnife tabi tutmuştur:akıl, hafıza ve hayal gücü ya da hafıza, hayal gücü, akıl şeklinde.
- Hafıza geçmişe ait bir arka plan, hayal gücü bugün poetik bilimlere karşılık gelen alan, akıl ise felsefenin kendisidir.
- Hafıza ilimlerden tarihe tekabül etmektedir. Çünkü Vico, Bacon’un bu tasnifini bilimler sınıflandırması şeklinde, bilimsel arayış şeklinde yeniden beşerî bilimler üzerinden canlandırmıştır.
- Hafıza dediğimiz tarihe dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü Vico tarihi şöyle isimlendirecektir: olayların ve olguların ontolojik zemini.
- Olay, olgu ve eşyanın ontolojik zemini niçin lazımdır? Çünkü anlamanın zemini tarihle başlar. Eğer tarihsel zemin yoksa boşlukta anlayamazsınız.
- Beşerî bilimler sınıflandırmasında anlamanın zemininde tarih vardır. Tarihi nasıl kendinize bir zemin kılarsanız, anlamanız da buna göre şekillenecektir.
- Geçmişle ilişkimiz anlamamızı belirler. Mesela geleneği nasıl anlayacağız? Kutsal, dokunulmaz, muhafaza edilmesi gereken bir hazine mi yoksa bugünü ve yarını şekillendirecek kullanılabilir bir mecra mı kabul edeceğiz? Bu tarih anlayışımızla ilgilidir.
- Akıl dediğimiz felsefe neye delalet edecektir? Baconcı sınıflandırmada tümevarıma delalet edecektir.
- Tümevarım Baconcı sınıflandırmanın temel yöntemidir.
- 19. yüzyılda bilimler arasındaki ilişkiyi müzakere etmek standardizasyona ve bilimsel ölçüm politikasına yönelik daha geniş çabalara ve ayrıca bilimin uluslar arası hale gelmesi ve ortaya çıkan uluslararası bir bilimsel süreli yayınlar ağı aracılığıyla bilimsel sonuçların iletilmesi ihtiyacına ilişkin siyasi söylemlerle uyumludur.
- İki tane temel öğe vardır; birincisi, 19.yüzyılda epistemik bir araştırma hattı oluşturmak istiyorlar. İkincisi, siyaset debu yöne doğru ilerliyor.
- Bilimleri sınıflandırma dürtüsünün arkasında iki amaç mevcuttur:
- İslam düşüncesinde epistemolojik bir kriz vardır. Bu kriz nasıl çözülecek? Bütün atıflarımız ya da konuşmalarımız şöyle başlıyor: ontolojik olarak varlığın birliği ilkesinden, vahdet-i vücuttan, bilimlerin birliği ilkesine gidebiliriz.
- İslam düşüncesindeki krizi çözmek, ontolojik olarak her ne kadar birlik olma dürtüsünü uyandırsa da varlık hiyerarşisi göz önünde bulundurulduğu müddetçe bilimler tasnifi yapmak mümkün değildir.
- Kriz neden çıktı? Şu an ki açıklamalarla İslam düşüncesi teknik anlamda hayata herhangi bir şey söylemiyor. Ontolojik olarak bunlar birdir diyerek kriz çözülemez.
- Bilimsel bilginin daha geniş bir biçimde yeniden düzenlemesini içeren epistemik bir amaç ortaya koymak gerekmektedir. Yani bilimler birliğindeki epistemik amacınızı, ontolojik amacınızı belirlemeniz gerekmektedir. Ya itiraf ederek tefsir, hadis ümmetin problemini çözmüyor demeniz gerekmektedir, ya da sosyolojiye, psikolojiye ancak onlar bize veri sağladığı müddetçe yararlıdır diyerek tabiri caizse orta çağdaki gibi hizmetçi kılarak bu işi halletmeniz gerekmektedir.
- 19. Yüzyıldan itibaren batı dünyasında uluslararası endeksler, h faktörü, hangi sorunlar, hangi konular, daha fazla çalışıldığına dair bir amaç ortaya çıkmıştır.
- Bu, siyaset politikalarını belirleme açısından da gereklidir. Mesela İslam dünyasında en çok ele alınan konular hangileridir diye bir tarama yapsak, yararlanabileceğimiz bir bilgi sistemi yoktur. Peki, biz bu problemleri nasıl çözelim?
- Çözüm yolu şudur: endekslere bakarak ortaya çıkan konuları, yapılan çalışmaları tarayarak elde etmiyoruz. Eski bilgiyi tekrar getiriyoruz, ısıtıyoruz veya var olan sorunları görmezden gelerek problemi çözmeye çalışıyoruz.
- Çıkan yayınlar, bu yayınlarda hangi konular daha fazla ön plana çıkmış, Tanrı’nın sıfatları hala tartışılıyor mu, bunlarla ilgili bir taramamız yok. Bunlarla ilgili bilgilerin önem sırası, epistemik statüsü hakkında herhangi bir şekilde çalışma, araştırma bulunmamaktadır.
- Dolayısıyla bilimleri bir araya getirmenin arkasındaki dürtü nedir? Artık arkadaki dürtüleri analiz etme vakti gelmiştir.
- Sınıflandırmaya yönelik epistemik ya da felsefi dürtü, en azından 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, eğitim reformuyla (iş bölümünü entelektüel ve eğitim hayatına uygulamayla) el ele gitmiştir. Panaoptikon’un eğitici versiyonu olan Bentham’ın İngiliz orta sınıflarına teşvik ettiği Chrestomathy (Okuma parçalarını derleme) önerisi, D’Alembert’in ‘Encylopedi Ağacı’nı yeniden gözden geçirip bilimleri yararlarına göre düzenlemesiyle ilişkilidir. (Sözgelimi orada Bentham’ın kendisinin de hâkim olduğu Latince ve Yunanca bilgisinin vazgeçilebilir olduğunu kabul ederken, doğa bilimleri, matematik ve ‘teknoloji’ temel olarak düşünülüyordu.)
- Aynısını biz yapmaya çalışalım. Bilimleri bir araya getirmeye çalıştık, sözgelimi Arapça bilmeyen ve sosyoloji hakkında çok ince tespitler yapan birisini ilim insanı, bilim insanı, âlim kabul edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Ben Arapça kaynaklara çok fazla başvurmadan meselelere dair görüşlerimi sunsam, bu bilimler tasnifinde Arapça vazgeçilebilir mi, vazgeçilemez mi? Bazı şeylerden vazgeçebilir misiniz medeniyet projesinde?
- İngiliz filozofların bilimleri sınıflandırmadaki amacı, söz konusu fikir veya kavramlardan hangisinin daha temel olduğuna karar vermek için mutlak bir ölçüt bulmak ve ardından bilimleri bu mutlak parametreye göre düzenlemek değildir, yarar ölçüsüne göre düzenlemektir.
- Mutlak bir ölçü nasıl bulacaksınız? İslam düşüncesinde hala fıkıhçılarla, tefsircilerin, kelamcıların kavgası devam eder çünkü zeminde ben varım tartışması vardır.
- İngiliz sınıflandırmaları uzmanlaşmanın ortaya çıkışını ve endüstriyel iş bölümünden kaynaklanan endişeleri yansıtırken, Fransız sınıflandırmaları Ampere’in, Comte’un yaptığı gibi siyaseti öncelemektedir.
- Her ikisindebir taraftan uzmanlaşma vardır, diğer taraftan siyasetle at başı giden bir taraf vardır.
- Foucault Bilginin Arkeolojisi’nde hiçbir bilgi siyasetten arî değildir demektedir. Buna tefsir, hadis bilgisi de dâhildir.
- İslam düşüncesinin kuruluş yıllarından tutun son dönemine kadar bütün tefsirler, hadisler, bütün yorumlar bilgi iktidarı gölgesinde yapılır. Bunun arkasındaki dürtü nedir? Ya epistemik bir amaç vardır ya da siyasi bir amaç vardır.
- Peirce’ün bilimler sınıflandırması üzerindeki en güçlü etki, Comte’un Pozitif Felsefe Dersleri kitabındaki sosyolojiyi doğa bilimlerinde topraklamaya yönelik olarak sunduğu şemadır. Bu şema zamanının bilimsel manzarasının görünen parçalanmasına karşı çıkan bir meydan okuyuşu seslendirir.
- Comte, bilimler sınıflandırmasını üç aşamalı yasasının bir gelişimi olarak görmüştür. Temel fikri, insan düşüncesinin gelişiminin birbirini takip eden üç aşama ile işaretlendiğidir:
- Teolojik – fenomenlerin nihai nedenlerinin doğaüstü bir çağrı ile açıklandığı aşama,
- Metafizik – doğaüstü olana yapılan itirazın yerini soyut varlıklara yapılan bir itirazın aldığı geçici bir aşama,
- Pozitif – zihnin nihai nedenleri aramaktan kaçındığı ve kendisini doğayı yöneten yasaların ve düzenlerin gözlemlenmesi ve tanımlanmasıyla sınırlandırdığı aşama.
- Yani niçinden nasıla, metafizikten bilime doğru kayış vardır, nihai nedenler ya teolojik ya da metafizik nedenleri önümüze getirmektedir.
- Comte’un sınıflandırması, bilimleri soyutluk veya genellik sırasına göre bir merdivene yerleştirdiği; en soyut olan matematikten başlayıp astronomi, fizik, kimya, biyoloji ve sosyal fizik veya sosyoloji ile devam ettiği için hakikat teorisi şeklinde düşünülür.
- Söz konusu şema ilkin bilimlerin indirgenemez çeşitliliğinin altını çizmeyi ve ikinci olarak sosyoloji biliminin birincil yöntem olarak görülmesi gerektiğini seslendirir.
- Sosyoloji manevi alanda mühendislik yapmak için tarihe açık bir çağrıdır. Bu nedenle Bauman’dan, Baudrillard’dan vazgeçemiyoruz. Sosyoloji kitapları artık bize bütün bunları verdiği için bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.
- Saint Simon üç yüz yıldır tabiat bilimlerinin önemli gelişmeler kaydettiğini fakat manevi alanda çok az ilerlenildiğini ifade eder.
- Manevi alanı nasıl değiştireceğiz? Bunun yolu sosyolojiydi, toplumbilimdi. Comte’un sınıflandırması olguları göstererek onlar hakkında tanımlar yapmaktadır.
- Comte’un sınıflandırmasının en katı eleştirmeni İngiliz biyolog ve filozof HerbertSpencer, kendi felsefesini Comte’un pozitivizminden uzaklaştırarak oluşturmuştur. Ancak bilimlerin sınıflandırılması bu entelektüel savaşta çekişmeli bir zemin haline gelmiştir.
- Spencer, Comte’un merdivenini“soyutluk” ve “genellik” ekseninde yapay ve keyfi bulduğu için bilimlerdeki seri düzenlemesi, aralarındaki evliliğin doğa ilişkisine dair hiçbir kanıt sunmadığını iddia etmiştir.
- Bilimler, sınıflandırmayı kabul edecekse benzerleri bir arada gruplandırarak ve ayırarak olmalıdır demiştir. Çünkü soyutluk belirli bir durumdan kopmadır, oysa genellik birçok durumda tezahür etmektir.
- Spencer’in bu çalışması 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilimlerin sınıflandırılması etrafındaki tartışmaların göstergesidir: Bu, bilimin nasıl yürütülmesi gerektiğine dair ciddi bir dünya görüşleri çatışmasıdır. Spencer evrimci, İngiliz, ampirik gelenektedir, karşısında ise Comte’un pozitivist, materyalist bir gelenekte dünya görüşü vardır.
- Spencer, sınıflandırmayı doğanın düzeniyle uyumlu nesnel bir mesele olarak gördüğü yerde, Comte’un sistemi, bilimleri sistematize etmeye yönelik herhangi bir girişimin başlangıç noktası ve tanımlayıcı özelliği olarak insan bilgisinin sınırlamalarını varsaymıştır. Bu çerçevede iki tane farklı dünya görüşü meydana gelmektedir.
- Bu savaşta belirli bir sınıflandırma sisteminin üstünlüğünü savunmak için yapılan nesnellik çağrısı, bilgiyi daha geniş bir şekilde koordine etmeye yönelik on dokuzuncu yüzyıl girişimlerinin daha geniş kavramsal ve kültürel alanında bağlamsallaştırılması gereken bir söylemi de seslendirmiştir.
- Biz Müslüman ülkelerin arasında bilimlerin tasnifine dair bir çağrı yapalım, uluslararası bir platform oluşturalım. Hintli Müslümanlar hadisi önceleyecek, bazı yerler Kur’an’ı önceleyecekler, bazı yerler fıkhı önceleyecekler, bazı yerler tasavvufu önceleyecekler, kompakt bir sistem oluşturmak çok zor olacaktır.
- Çünkü 19. yüzyıldaki bu arayışlar hem sosyal hem de epistemolojik arayışları yansıtır. (İşbölümü ve bilginin çoğalması sorunu ile karşılaşıldığı için). Bu sorunların çoğu bizim kültürümüzde hala fark edilmemiş olarak durmaktadır.
- Bilimlerin 19. yüzyıl sınıflandırmalarını, bilimsel girişimin temel birliğinden ödün vermeden emeğin nasıl bölünmesi gerektiğine karar vermek için çok başlı bir gerekçe olarak yorumlayabiliriz.
- Çünkü iş bölümü dediğimiz modernliğin arayışları ister istemez bilimlerin de nasıl olması gerektiğine dair ortaklıklar çıkarmıştır. Mesela endüstri mühendisliği 1930-40’larda ortaya çıktı. Türkiye’de 70’lerde 80’lerde ortaya çıktı, şimdi gözden düştü. Çünkü bir iş bölümü için yapılmıştı, kaybolup gitti. Yeni iş bölümleri, yeni arayışlar yapılıyor artık.
- Bütün bunlar arkasında bilimlerin nasıl tasnif edileceğine dair kaygıları da beraberinde getiriyor.
- Peirce yaklaşık yirmi sene bu meseleye kafa yormuştur ama verdiği eserler 1892’deki Lovel Konferansları ve 1903’te yazmış olduğu Bilimlere İlişkin Bir Taslak adlı eserinde bulunabilir.
- Bilimlerin birliği tasnifi, sınıflandırması derken birlik türleri ile ne kastedilir? Ontolojik birlik modernler için çok mümkün değildir, bunu açıklayacak herhangi bir zemine sahip değiliz.
- Bugün bilimlerin birliği ancak ve ancak amaçsal bir birlikten başka bir şeyi yansıtmaz. Bir ve çok meselesi de budur.
- Çünkü biz âlemde birlik ve çokluk meselesinin de ya söylemlerimiz açısından ya amaçlarımız açısından ya estetik bir ifade ya da şeyleri kullanmamız açısından ya da özne açısından olduğunu söylüyoruz.
- Yoksa âlemde bir şeyin diğer şeyle ilişkisini ve bunların bir birlik oluşturduğuna dair inanca, teleolojiye müracaat etmeniz gerekmektedir. Epistemik olarak bunlar da inanılacak şeylerdir.
- Peirce bir filozof, bilimsel bir uygulayıcı olarak neden sınıflandırma konusunda eğilmiş, ama en önemlisi kesin bir tarihsel bağlamda tarihsel bir aktör olarak bilimleri sınıflandırmaya girişmiştir?
- Peirce bilimler sınıflandırması konusunda şöyle der:
- ‘‘Benim kendi sınıflandırmam Comte’un doğrudan bir reformudur. Comte’u biyolojiyi kimyanın bir uzmanlığı haline getirme konusundan ancak Comte’un zamanında anlaşılmayan bir zeminde, yani biyolojinin sadece kimyasal madde sınıfı olan protoplazmanın özelliklerinin bir açıklaması olduğu anlamında takip ediyorum ve genel fiziğin hemen onu takip etmesini sağlamasında Comte’u taklit ediyorum. Ayrıca, bireylerin sınıflandırma bilimlerini takip eden organizmalar ve organizmaların bilimlerini yaparken Comte’u taklit ediyorum. Ama saf matematiği bir bilim haline getirmede, felsefeyi bir bilim haline getirmede, ruhsal bilimleri fiziksel bilimlere paralel bir dizi olarak tanımada, sadece astronomiyi değil, genel olarak betimleyici bilimleri tanımada ve bunların aktarılmasında Comte’dan ayrılıyorum. İlkinden sonuncuya ve pratik bilimleri tanımaya kadar ondan ayrılıyorum.’’
- Bu bir nevi Comte’un en kapsamlı sınıflandırmasına karşı bir baş kaldırıdır.
- Peirce’ün bu girişimi, felsefesinin en temel yönleri hakkında, yani Peirce’ün bilgi/bilmenin ya da yargıların mimarisini, onun kapsamlı anti temelcilik karşıtlığını, normatif bilimlerin sınırları ve kapsamını eklemleme ve tanımlama girişimini, kategorilerine dair bağlantıları test ettikleri zemini anlama meselesidir.
- Peirce’e göre bilimlerin sınıflandırması bilginin mimarisini oluşturmaktır. Bu tabiri epistemolojik olarak güncellersek, bilmenin mimarisidir. Çünkü bugün bilgi değil, bilme söz konusudur.
- Bilgi yargı anlamında tektir. Ama pek çok bilgiden bahsedebiliriz. Bütün bunları nasıl bir mimariye, tek bir yargıya indireceğiz? Felsefenin sorunu da budur.
- Peirce felsefesi bizi tekrar gerçekliğin en olduğu meselesine getirecektir.
- Gerçeklik nedir dediğimizde, kadim dünya, İslam düşüncesi bu meseleleri çokça basitleştirmiştir.
- Kant gerçekliği şöyle ifade ediyordu: Dış dünya anlamında gerçeklik, içinde tüm imkânları barındıran, her ne ise benim dışımdaki onu nesneleştirdiğim şey, içinde tüm imkânları barındırmaktadır. Bu barındırma bende nasıl yansıyacak?
- Kant der ki: bunların içeriksel değil form şeklinde insanda belirmesiyle. Peirce buna gözlem diyecektir. Yani öznenin gözlemleriyle tüm imkânlar arasında kurulan bağlantıda gerçekliğin çıktığını söyleyecektir.
- James karşı çıkarak, özne o kadar gözlemi nesnel yapamaz, mizacı ona katkıda bulunur diyecektir.
- Dolayısıyla her ne ise o bütün o imkânlar bende mizacımla çeşitli hususiyetlerle yansıyacak ve bu gerçeklik olacaktır. Bu gerçekliği başkalarına nasıl kabul ettireceğiz?
- Bu özneldir ama esas mesele burada başlıyor. Öznel olan hususun bilişsel olarak özneler arası formda nasıl tutarlı hale getirilecek, bilgilenme meselesi budur.
- Kadim dünya bunları çok kolay hallediyordu. Nesnenin kategorileri, zihnin kategorileri birbirine paralel olduğu için biz nesneyi olduğu gibi biliriz. Kant’tan beri bu mümkün değildir, bilemeyiz.
- Kategoriler nedir? Kategori, duyulur dünya ile düşünülür dünya arasındaki bağlantıyı kuran alfabedir. İçinde yaşadığımız duyulur dünyada çeşitli nesneler vardır; duyulur olgular, duyulur her şey. Bunlar yukarıda düşünülür olan dünyaya tekabül etmelidir. Yani yukarıdaki çevrimin aşağıya, aşağıdaki çevrimin de yukarıya çevrilmesi lazımdır.
- Kadim dünyada bu işi Aristoteles kategorilerle yapıyordu. Mesela on kategori yapıyordu ve bu çevrimin çoğunlukla mantıksal ve dilsel olduğunu söylüyordu. Duyulur dünya ile düşünülür dünya arasındaki alfabe mantıksal ve dilseldi.
- Ama Leibniz’dan sonra iki dünya arasındaki alfabe fiziksel güç kavramına hatta işaretlere, göstergelere, sembollere dönüştü.
- Mesela Peirce kategoriler göstergelerdir, işaretlerdir der. Yani duyulur dünyayı düşünülür dünyaya çevirirken anahtar dil, lisan idi. Ama Leibniz’dan sonra bunlar matematiksel formüller, göstergeler olmuştur.
- Duyulur dünya düşünülür dünyaya çevrilirken geçmişte bu hususlar sadece dil ile konuşulabilen hususlar iken, şimdi göstergelere, işaretlere, formüllere, semiyolojiye, dijitale dönmektedir.
- Mesela bizim sanal dünya dediğimiz şey aslında gerçekliktir. Çünkü duyulur olanı düşünülür olana çeviriyor zaten.
- Peirce’ün doğal bir sınıflandırma geliştirmek istemekteki ısrarı, yaşadığı dönemde bir araştırma hattı oluşturmak istemesine dayanır.
- Bugün dini bilimlerde bir araştırma hattı kuralım desek, nasıl bir hat kuracağız? Hangi bilimi neye koymalıyız, böyle bir çalışma yapabilir miyiz?
- Peirce söz konusu hattın nesneleriyle birlikte sınıflandırıcıları da sınıflandırdığının farkındadır. Yani tarihsel olduğunun farkındadır. Bir ihtiyaçtan doğmuştur, o ihtiyaca uygun sınıflandırma yaparsınız.
- Bu araştırma hattı Peirce’ün temel endişelerini yansıtır:
- İlkin sınıflandırmanın kaçınılmaz olarak mevcut bilim durumuna bağlı olduğu gerçeği ve ikinci olarak ileriye bakma, geleceği görme arzusudur. Müslüman düşüncesi geçmişe o kadar odaklanmıştır ki, geleceğe dair herhangi bir referans, çıkarım bile yapmamaktadır.
- Çünkü bir an geçmişten kopsa, geleceğe dair bir baksa eskiyi unutacağım korkusuna kapılır. Geleceği görme arzusu; önce ‘‘merkezi bir metodoloji’’ ve ikinci olarak ‘‘tarih-yazımsal bir işlev’’ oluşturmayı hedefler.
- 18. yüzyıldan itibaren batı düşüncesi bütün bilimleri tekrar sınıflandırdı, tescil etti çünkü modern bilim onlarla başlamaktadır. Onlar için geçmiş terk edilmesi gereken, kalıntıdan ibarettir.
- Biz oluşturacağımız bilimler birliğinde tarih-yazımsal işlevi düşünmedik. Hikâyeyi nereden başlatacağız?
- Bugün içinde yaşadığımız çağa post-truth (hakikat sonrası) denilmektedir. Hakikatten vazgeçtik, herkesin kendi hakikati var, herkes kendi zaviyesinden yaşasın. Peki, tarih yazımını neden yapıyoruz? Belirli bir anlama zemini oluşturmak için yapılmaktadır.
- Modernler geçmişi bir kalemde silmektedirler. Emevi döneminde su kirlendi dolayısıyla sıfırdan anlamaya girişelim diyorlar, bu bir tarih yazımıdır. İslam bugüne kadar yanlış anlaşıldı, şimdi doğrusunu anlayalım şeklinde düşünüyorlar.
- Peirce’ün bilimler sınıflandırması, her şeyden önce bilimsel uygulayıcılar için önemlidir. Farklı araştırma alanları benzerliklerden ziyade arasındaki farklılıkları yansıtmalıdır.
- Bu da şunu ifade eder; Peirce’ün bilimler sınıflandırması taslağında bilimler, otonomluklarını korumalıdır, yani uygulamaya girebilmeleri için çoğulcu bir şekilde her yerde olmalıdır. Bu da çoğulcu evren anlayışından kaynaklanır. Çünkü her alanın kendisini tanımlaması ve sınırlandırması farklılıktan kaynaklanmaktadır.
- Biraz önceki soruyu tekrar gündeme getirirsek, temel İslam bilimlerinde olanlar felsefe ve din bilimlerinde veya diğer beşerî bilimlerde olanları nasıl içine çekebilir veya nasıl bunlarla bir arada olabilir?
- Epistemik statü bakımından olamazlar. Çoğulculuk yoksa tek biçimcilik varsa bir arada olamazlar.
- İlahiyat fakültelerindeki isim değişikliğini savunanlar hangi zihniyetle bu işi yapıyorlar? Çoğulcu değiller mesela. İslami ilimler diyerek bir kere dini ilimleri muhafaza etmek istiyorlar, yalıtıyorlar. Modernlik karşısında bu bilimleri korumak için yapıyorlar.
- Oysa tam tersi, modernliğin tam da istediği bilimlerin diğer bilimlerle ilişkisini koparmaktır. Arkaik bir tarihe sahip olduklarını kanıtlamalarını istemektedir.
- Bu nedenle Peirce her alanın kendisini tanımlamasını ve sınıflandırmasını talep eder çünkü farklılığın önemli olduğunu savunur. Bu noktada şöyle bir ifadede bulunur:
- ‘‘Sınıflandırmamızı olabildiğince önemli hale getirmek istiyoruz. Yani, farklı bilim sınıflarını, onları sınırlandırmaya ve birbirlerinden ayırmaya hizmet eden karakterlerini, mümkün olduğunca çok sayıda ilginç ekstra ayrım noktasına sahip olmalarını arzuluyoruz; zira bir sınıflandırmanın değeri tam olarak burada yatmaktadır.’’
- Ne kadar çok alanı içine alırsa sınıflandırma o kadar geniştir. Peirce’ün sınıflandırması da böyledir.
- Peirce bilimi üçe ayırmaktadır:
- Buluş bilimi: matematik, felsefe, idyoskopi
- İnceleme bilimi: bilimleri tasnif etmeye yarayan ve bu tasnifi bir meslek haline getiren bilimdir.
- Pratik bilim:
- Peirce’ün yorumcuları, Peirce bilimleri temelde teorik yani keşif bilimleri ve pratik bilimler olarak ayırırken çok net olmadığını söylüyorlar.
- Ben de katılıyorum çünkü yaptığım araştırmalarda Peirce pratik bilimler hakkında çok fazla bilgi vermiyor.
- Kanaatime göre Peirce bu sınıflamanın içine girmeyen ya da açık kapı olarak bulduğu yerler için pratik bilim tarifini kullanmaktadır.
- Peirce buluş bilimlerinin altına ilk olarak matematiği koyuyor. Matematiği demantık matematiği, ayrık dizi matematiği, sürekli ve sözde sürekli dizi matematiği olarak ayırmaktadır. Bir nevi matematik felsefesi yapmaktadır.
- Buluş bilimlerinin bir diğer alt kolu felsefedir. Felsefeyi de üçe ayırmaktadır: normatif bilim, fenomenoloji ve metafizik.
- Fenomenoloji idyoskopi dediğimiz bilime denk gelmektedir.
- İdyoskopi; şeyleri, olguları, eşyayı göstergeler olarak tasarlamaktır.
- Peirce bir göstergebilimcidir. Yani varlığın, dilin, bütün her şeyin bir gösterge sistemi olduğunu söylüyor ve bu alanı da fizik bilimler ve psişik bilimler olarak ayırmaktadır.
- Felsefede normatif bilim deyince mantık, etik ve estetik akla gelmektedir. Mantık kendi içinde teori bilgisi, analiz ve metodoloji içerir.
- Felsefede iki önemli alan var, normatif bilim ve metafizik. Metafizik; genel metafizik ya da ontoloji, psişik ya da dini metafizik ve fiziksel metafizik.
- Ona göre metafizik Kant felsefesinde olduğu gibi gözlemleri fikirlerle doğrulamanın yoludur. Ama bu kadim dönemdeki metafizik gibi algılanmamalıdır. Fikirlerle gözlemler arasındaki uyumu aramak metafiziktir.
- Normatif bilime gelince, mantık, bir araştırmanın temel söylemidir. Mantık, araştırmanın doğruyu bulmanın yoludur.
- Etik doğruyu bulmada iyiye müracaat etme, estetik ise iyinin kanıtlanmasının güzelde olduğuna dair bir anlayışı temsil eder.
- Peirce’e göre eşya nötrdür. Eşyayı kullanmak bizim ahlakımıza bağlıdır. Ahlakımız ise estetiğimize bağlıdır. Normatif bilimler bunları incelemektedir.
- Peirce’ün yaklaşımı 19. yüzyıl sınıflandırmalarının tipik imajını tasvir etme girişimi olarak tanımladığı şeydir: ‘‘Uygulamalar ve uygulayıcılar, bilimlerin sınıflandırmasının deneyimsel içeriğini oluşturur.’’ Çünkü pragmatik felsefe uygulama felsefesidir, kendisini eylemde kanıtlaması gerekmektedir.
- Bu epistemik gerekçe şöyle ifade edilir:
- ‘‘Farklı bilimlerin, birbirleriyle nispeten daha az ilişkiye sahip olan farklı insan çevrelerine büyük ölçüde ayrıldığını görüyoruz. Bu çevrelerden birinin uzmanını, bu çevrede olmayan bir adama göre belirli araştırmaları yürütme konusunda daha yetkin kılan şey, bu tür bir araştırma için eğitilmiş olması ve özellikle de sıradan insanların yapamayacağı bir tür gözlem yapmaya yetkili olmasıdır. Bu nedenle bilimler, temel aldıkları farklı türdeki gözlemler sayesinde büyük ölçüde birbirinden ayrılır.’’
- İslam düşüncesindeki bilimler neye göre ayrılırlar? Arkasında ilahi bir dürtü mü var? Yoktur, büyük ihtimalle o dönemdeki ihtiyaçlardan şekillenen bir şeydir bu.
- Kelam dediğimiz teoloji mesela inancın savunulması hadisesi olarak ortaya çıkmıştır. Bugün bizim İslam mezhepleri tarihi belli alandaki uzmanlaşmadan dolayı ortaya çıkan bir husustur. Bir kutsallıkları yoktur, birleştirilebilir ve ayrılabilirler. Peirce’e göre gözlemden kaynaklanan bir husustur.
- Bilim adamları, yalnızca kendilerini ve birbirlerini belirli şekillerde gözlemlemek üzere eğittikleri sürece, belirli bir fenomen yelpazesine ayrıcalıklı bir bakış açısına sahiptirler. Bu da farklı türden bilimsel araştırmaların aldığı kavramsal ve metodolojik yön tarafından şekillendirilir.
- Peirce’ün ifadesinde bahsettiği ‘‘ayrışma’’, gözlem uzmanlaşmasının bir kusuru değil, farklı fikir kümelerinin büyümesine izin veren önemli ölçüde kolaylaştırıcı bir faktörü seslendirir.
- Bugünkü bilimlerin on, yirmi, elli yıl sonra mevcut olmayacağını söyleyebiliriz çünkü ihtiyaca göre şekillenmektedirler. Farklı gözlemler, farklı uygulamalardan kaynaklanmaktadır.
- Bilimsel araştırma gerçeklerin, uygun fikirlerle donatılış beyinler tarafından gözlemlenmesiyle oluşur. Zira fikirler, araştırmacılar topluluğu tarafından neye dikkat etmeye ve seçmeye değer görülmesi gerektiğine ilişkin ‘‘doğal’’ bir yol gösterici mantık sunar.
- Peirce gerçekliğin insani perspektiften gözleme dayalı olarak ortaya çıkmasını önemsemektedir.
- Burada gözlem nedir? sorusu ortaya çıkar. Gözlemin önyargıdan bağımsız olmadığını, gözlemin de bir teoriye münasip bir şekilde ilerlediğini söylemek mümkündür. Fakat bütün bu gözlemlerin uygulamalar ve deneyimde kendisini göstermesi gerekmektedir.
- ‘‘Gözlem ne içindir? Tecrübe nedir? Hayatımızın akışında zorunlu bir unsurdur. Bu, üzerinde düşündüğümüz bir nesnede bulunan gizli bir kuvvetin bilincinde olduğumuz şeydir. Gözlem eylemi, kendimizi kasıtlı olarak mücbir sebeplere teslim etmektir – ne yaparsak yapalım, sonunda bu güç tarafından doğrultulmamız gerektiğine dair öngörümüz nedeniyle, takdir yetkisine bağlı olarak erken bir teslimiyettir. Bu teslimiyet, bir fikrin ısrarına teslim olmaktır.’’
- Çünkü ona göre gerçeklik, gözlemler ve onların doğrulanmasından başka bir şey değildir. Fikirleri bir gözlem teorisine dönüştürmenin temel sonucu, gözlemin kendisinin zaman içinde ortaya çıkan çıkarımsal ve semiyotik bir süreç haline gelmesidir.
- Gözlem nasıl bir süreç haline gelir? Peirce, süreç metafiziği öngörür. Herhangi bir şekilde gözlemlerimiz olacak, bu fikirlerle doğrulanacak fakat bir müddet sonra yanlışlanacak, tekrar gözleme bakacağız ve tekrar bu süreç devam edecek.
- Biz bunu şöyle ifade ederiz, bir uçak olgulardan yola çıkar, kavramlar dünyasında uçar, tekrar olgulara döner. Olgular içinde yanlışlandığı zaman tekrar kendisini doğrulaması gerekmektedir.
- ‘‘Fikirler aklın doğasından kaynaklanmaktadır. Ancak zihnin doğası, evrimsel bir süreç nedeniyle bir şeyin kendisidir ve bu fikirlerin zihnin doğasında nasıl hayata geçirildiğini bilmek istiyoruz. Ayrıca, bu fikirlerin çoğu bilim tarihi boyunca gelişti ve biz onların nasıl ve hangi genel vesayet altında büyüdüklerini bilmek istiyoruz.’’
- Yani zihnimizdeki fikirler nasıl oluşuyor, bu gözlemlerle nasıl bir irtibat sağlıyor, bunlar gerçekliği oluşturan hususlardır.
- Peirce deneyimsel gerçekler kaosunun söz konusu gerçekler üzerine genel fikirlerin empoze edilmesi yoluyla anlamlı hale getirilebileceğini savunur. Bu dışarıdan alınan gerçekler ile içeriden alınan fikirlerin yorumlanması demektir. Buna ilaveten fikirlerin ve gözlemlerin yinelenmesi, onların tamamlayıcılığını (büyümesini) oluşturur. Bu husus Bacon ve Comtecu anlayışa taban tabana zıt bir görüşü içerir.
- Aktif bir yargılama sürecinden oluşan daha zengin bir gözlem duygusu önermek bilimin kendini düzeltici doğasını seslendirmeyi içerir.
- Gözlem her zaman yorumlayıcıdır – yorum ana bir eklenti olarak müdahale etmez, ancak onun içine yerleştirilmiştir. Dolayısıyla gözlemin olgusal bileşeni (hayatımızın tarihindeki zorunlu unsur) gözleme bir genellik unsuru kazandıran fikirlerden ayrı değildir. Bu görüşler Peirce’ün bilim felsefesi dediği şeydir.
- Gözlem yeterli değildir ve onu tamamlamak için metafizik/fikirler gereklidir. Ancak metafizik kendisini bir bilim olarak yorumladığı ve deney ve akıl yürütme yoluyla gelen bilgileri yorumlayabildiği ölçüde tamamlayıcı olur. Zira fikirler, gözlemlerle zenginleştirildikçe ve düzeltildikçe büyür.
- Evreni yeni ontolojilerle donatmanın aktif yolu söz konusu gözlemlerin yeniden formülasyonudur. Bu çerçevede aktif fikirleri içeriden ve pasif gözlemleri dışarıdan ayırmak Kantçı bir yaklaşımı içerir. Gerçeklik ve bilgi sorunu buna delalet eder.
- Bir sınıflandırma sisteminin önemli olması için, farklı bilim türleri arasında olabildiğince çok ayrım noktaları bulunması, doğal olarak gerekçelendirmenin sezgisel bir yolunu oluşturur. O halde nesnelerin varoluşlarının sonuçlarına göre bir düzenlenmesinin sunulması gerektiği fikri, Peirce’ün metafizik taahhütlerini açık bir şekilde test edilebilir olarak ortaya koyar.
- Doğal bir sınıflandırma, ne yaşayan bilimin her yana yayılması ne de ideal bir bilimin imgesinin sınıflandırıcı umutlarının var olabileceği bir projeksiyondur. O, parçaları üreterek bütünü üreten verimli eylem değil, bütünü yapmak ve gerekli oldukları için parçaları üreten son eylem anlamına gelir. Yani bu meseleleri bir bütün halinde düşünmek gerekmektedir. Eftal ilimler, eftal olmayan ilimler, fuzuli ilimler, lüzumlu ilimler diye ayırmamak gerekmektedir. Bütünü, yani gerçekliğin resmini hangi bilimler veriyor bununla uğraşmak gerekmektedir.
- Peirce’ün sorgulama teorisinin tarihselliği, kendi başına güçlü bir kavramsal araç setini sunar. Çünkü gözlemler fikirlerle, fikirler tekrar gözlemlerle ve bütün bu süreç belli araştırmacılar grubunun tarihsel süreç içerisinde buldukları deneyimlenmiş olan hususları içerir. Yani gerçeklik ya da doğruluk dediğimiz hadise uzun vadede bilim adamı sınıflarının ortaklaşa buldukları ölçütlerle oluşur. Örneğin bir tefsir yazacaksınız. Peirce’e göre doğru bir tefsir ancak bilim adamları topluluğunun, tıpçının, biyoloğun, psikoloğun katıldığı grubun gözlemleriyle oluşandır. Ama bu kesin doğruları değil, o günkü doğruları içeren doğrulardan başka bir şey değildir.
- ‘‘Mevcut sınıflandırma şemalarına yakalanan tarihçi, günümüzün bir tutsağı değil, geçmişle ilgili bir eleştirel açının sorumlu sahibidir: ‘‘Perspektifler, karanlıkta yaşamaya mahkûm olduğumu hapishaneler değildir.’’
- Peirce’ün felsefesinin tam alıcısını oluşturan husus; araştırmacılar topluluğunun gerçekleştirdiği sorumluluk eylemidir. Zira kusurlu bir geçmişi bilimin görkemli geleceğinden ayıran, ancak tarihçinin üzerine oturduğu ve baktığında aynı anda gördüğü kendine ait bir genişliğe sahip bir sırtı yansıtan zamanın iki yönüdür.
- Peirce’ün sınıflandırması, özünde 19. yüzyılın arayışı olarak bağlamsallaştırılan bir şema ile o 19. yüzyılda bilimlerin düzeni etrafındaki tartışmayı araştırmaya yönelik daha geniş dışsal girişimlerle (tarihsel pratiğin bir erdemine dönüştürme) uzlaştırma denemesidir.
- Herhangi bir bilimler sınıflandırması ya da bilimler birliği tasnifi boşlukta oluşmaz muhakkak arkasında bir itici güç, epistemolojik bir amaç olması gerekmektedir. Bu amaca uygun olarak da bir bürokratik amaç bulunmalıdır.
- İslam düşüncesinde bir birliktelik oluşturmak istiyorsanız bu birlikteliği sağlayacak bir siyasi enstrüman da geliştirmeniz gerekmektedir.
- Bu ister istemez kendi atıflarınızı, h faktörünüzü, alıntılama tekniğinizi bir araya getirmek, onlardan haberdar olabilme meselesidir. Yoksa ontolojik birlik var diyerek bilimler bir araya gelmez.
- Geçmişte yapılan çalışmalara baktığımızda bu çalışmalar genelde tabiat bilimleri, insan bilimleri ve temel bilimler ya da matematik bilimleri, mantık bilimleri, tabiat bilimleri temel bilimler şeklindedir.
- İslam düşüncesinde ise, İslami bilimler, diğer bilimler şeklinde bir kompakt yapılır. Bu, o güne has bir bakışın sonucudur. Bugün kriz şudur: Mevcut Batı dünyası kendilerine epistemolojik bir hat çizmiştir. Bizim içinde bulunduğumuz hat ile batı dünyasındaki epistemolojik hat örtüşmemektedir.
- Çok rasyonalisttir, tabiri caizse a priorilere, dogmalara dayanıyor oysa modern batı hattı ampiriktir. Herhangi bir a prioriye sahip değildir. Sadece kanıtlanabilen gözlem ve deneye ve oradan çıkan sınırlı bir metafiziğe atıf veren bir hattır.
- Bu hatta oluşan bilimlerle, İslam düşünce geleneğinde oluşan bilimleri nasıl bir araya getireceğiz sorunu hususunda ben bugün gücü olabilecek kimselerin olabileceği meselesi tartışmalıdır.
Hazırlayan: Merve Nur Türksever