Baki - Hayatı

Charismax

Copyright @ Charismax
Katılım
3 yıl 7 ay 28 gün
Mesajlar
25,264
Tepkime puanı
8,712
Yaş
35
Konum
Memed' Home
İsim
CHRS
Memleket
Neresi?
Meslek
IzdırapÇI
Cinsiyet
vtEvVy
Medeni Hal

BAKİ , (1526-1600), Divan Şairi

1526 yılında İstanbul 'da doğan Bâki'nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki'dir. Aslında fakir bir ailenin çocuğu olan Baki’nin babası Fatih Cami müezzinlerinden Mehmet Efendi adında bir din adamıydı. Baki’nin babası Müezzin Mehmet Efendi, Baki’nin ilk hocası olmuştu. Nitekim Baki kırk yaşlarında iken Hac yolculuğunda vefat etmişti. Baki ilk eğitimini ailesinden ve yakın çevresinden almıştı. Küçüklüğünden itibaren dinî ve ilmî bir muhit içinde yetişti . Baki, çocukluk ve ilk gençlik yılarında camilerde sirâç (camilerde kandil ve mumları yakıp söndürmekle görevli kişi) çıraklığı yapmıştı.

Fakir bir ailenin çocuğu olan Baki, bir sıraçın yanında çıraklık yaparken imamları ve müezzinleri dinleyerek büyüdü. Belki de medreseye gitme isteği bu sayede oluşmuştu. Bu vaizlerden aldığı etki ile medreseye gitmek istemiş ama her nedense özellikle babası onun medreseye devam etmesini istememişti. Bu nedenle Baki babası ve annesinden gizli olarak medreseye devam etmeye başlamıştı. En sonunda eğitime ve ilme olan büyük tutkusu ailesi tarafından da fark edilmeye başlanınca ailesi onun medreseye devam etmesine izin vermişti.

Medresede kendini oldukça zengin bir şiir ve edebiyat çevresinin içinde buldu. Karamanlı Mehmet ve Ahmet Efendilerden dersler almıştı. Karamanlı Mehmet ve Ahmet Efendilerin ders verdiği öğrencilerin pek çoğu adını tarihe yazdıracaktı. Gittiği medresede ileri de ünlü olacak pek çok isimle birlikte okudu. İleride meşhur bir tarihçi olacak olan tarihçi Hoca Sadettin (ölm. 1599), Divan Şairi Nev'i , Karamanlı Muhiyittin, Edirneli Mecdi [2]ve Vâlihî sınıf arkadaşlarından sadece birkaçıydı.[3] Nitekim Atâyî’nin Şakayık zeylinde Karamanlı Mehmet Efendi’nin sahndaki talebesinden on dördünün şair olduğunu, Bâkî’nin de bunlar arasında bulunduğu yazmıştı. [4]

18- 19 yaşlarında medrese öğrencisi iken şiirlerini yazmakta ama tanınmaya çalışmaktaydı. Şiirde ün kazanmaya kararlı olan Baki, eski divan şairlerine nazireler yazıyor, bu şiirlerini üstad bildiği kimselere gösteriyordu. Bu sıralarda genç şairlere şiir dersleri veren âşıklara ısmarlama şiirler de yazan Zati ile tanışarak ona şiirlerini göstermişti. Zati , o yıllarda şimdiki İstanbul Üniversitesinin önündeki sahafların olduğu yerde bir dükkân açmış, remilcilik yapıyor, genç âşıklara ve şairlere ısmarlama şiirler yazıyordu. Zati bu şiirleri Baki’nin yazdığına inanamamış ve başkasının şiirlerini kendi şiiri gibi gösterdiğini zannederek Baki’yi azarlamıştı. [5] Fakat Zati , daha sonraki zamanlarda bu şiirleri onun yazdığına ikna olmuştu. Bu nedenle Baki’nin şairlik gücünü anlamış ve ona yardımcı olmaya başlamıştı. Hatta Baki’nin getirdiği şiirleri ve ünlü ve şairlere yazdığı nazireleri değerlendirmeye ve şiirlerini tenkit etmeye başlamıştı. Bu vakitler Baki, henüz 18, 19 yaşlarında genç bir delikanlıydı. Üstelik onun şiirlerinin tesirinde de kalmış Baki’nin bir gazelini düzenleyerek kendi divanına dahi eklemişti. Lakin bu durum ortaya çıkınca onu ayıplamış ama Zati , “ Baki gibi bir şairin şiirini divanıma almak ayıp değildir” diye kendini savunmuştu.[6] Lakin Zati ile Baki’nin arasındaki bu münasebet çok uzun sürmemişti. Çünkü Baki, henüz yirmi yaşındayken Zati vefat etmişti.

Bâkî’nin ünü, hocası Karamanlı Mehmet Efendi için yazdığı “sünbül” redifli kaside ile iyice yayılıverdi. Öyleki bu şiiri sayesinde Karamanlı Mehmet Efendi, artık Sünbülzâde Mehmet Efendi diye anılmaya başlamıştı.

Sünbül refifli gazelini yazdıktan sonra şöhret olmaya başlayan Baki 1552 yılında yeni açılan Süleymaniye Medresesinde Müderris Kadızade-i Ahmet Efendi’nin derslerine devam etmeye başladı. Medreseye giderken yapımı devam eden Külliyede bina emiri olarak çalışıyordu.[7] Üç yıldan fazla süren bu süreç içinde Nahcıvan Seferinden dönen Kanuni Sultan Süleyman Muhibbi ’ye üç adet Kaside sundu. 1556’da Hocası Müderris Kadızade-i Ahmet Efendi Halep Kadısı olmuş, kendisi de naibi olarak Halep’e gitmişti. Bu sırada hocasına ve Halep Beylerbeyi Kubad Paşa’ya birer kaside sundu. (Mehmet Çavuşoğlu, agy.) Baki böylece hocası ile birlikte Halep’te dört yıl kalmış oldu. 1560 yılında Hocası Kadızade-i Ahmet Efendi ile yeniden İstanbul’a döndü. 1560. Konya’da Ebusud Efend’inin oğlu ile tanışmıştı. Bunu fırsat bilerek Ebussud Efendi için bir kaside yazdı. Yazdığı bu kasideyi Ebu Suud Efendi’nin huzuruna çıkarak ona takdim etmişti. Bu kaside sayesinde Ebusuud Efendi’nin çevresine dâhil olmayı başarmıştı. Girdiği bu yeni çevrede pek mühim insanlarla tanışmak fırsatını yakaladı. Lakin çevresine girmek istediği Sadrazam Rüstem Paşa’ya yaklaşmak imkânını elde edemeden Rüstem Paşa 1561 de ölmüştü. Rüstem Paşa’nın yerine Semiz Ali Paşa geçmişti. Bunun üzerine Semiz Ali Paşa’ya kasideler yazarak ona takdim etmeyi başarmıştı. Nitekim bu kasideleri sayesinde Semiz Ali Paşa’nın gözüne girmeyi başarmıştı. Bu sayede 25 akçe maaş ile müderris oldu. Daha sonra bizzat Kanuni’nin fermanı ile Silivri Piri Mehmet Paşa medresesine müderris olarak tayin edilmiş birkaç sonra İstanbul’daki Murad Paşa Medresesine naklolmuştu. Bu yıllarda Kanuni’nin şiirlerine nazirler yazıyor ve kasideler sunuyordu. Bâkî, bu kasideleri sayesinde Kanuni Sultan Süleyman Muhibbi ile oldukça iyi bir ilişki kurmuştu. Hatta bu sayede Kanuni’nin cariyelerinden Tûti Hanımla evlenmeyi bile başardı. Baki bu hanımla ömrü boyunca evli kalmıştı.[8]

Divanı’nı da Kanuni’ye takdim etti. Kanuni Sultan Süleyman ile kurduğu bu ilişki sayesinde Padışahın ikramları ile zengin biri haline gelmişti. Bu yıllarda müderrislik yapıyor ama bir şekilde Şeyh’ül İslam da olmayı umuyordu. Bu sıralarda 1566 yılında hacca giden babası vefat etmişti. Çok geçmeden de Kanuni ‘de Zigetvar’dan dönememiş ve ölmüştü. Bu yüzden Kanuni sayesinde ulaşmak istediği Şeyhülislamlık makamını elde etmeyi başaramadı. 1566.Tahta çıkan II. Selim’e hemen bir Culusiye sunduysa da umduğunu bulamadığı gibi müderrislikten de oldu. İki yıldan fazla boş kaldıysa da 1569 da yeniden Mahmut Paşa ve Eyüp medreselerine müderris olarak atanmayı başarmıştı. Bu yıllarda Sokullu sadrazam olmuş, devletin ikbali onun eline geçmişti. Bu nedenle Baki’nin yedi hedefi Sokullu’nun çevresine girmek haline gelmişti. Padışahtan umduğunu bulamamış ama Münşeâtü's-Selâtin’in yazarı Nişancı Ahmet Feridun Bey ’in sayesinde Sokullu’nun gözüne girmişti. Sokullu’nun çevresine dahil olmayı başardıktan sonra Padişahın da meclislerine girmeye başlamıştı. Şeyhülislam olmak istiyor, bunun için çalışıyordu. Hükümdara üç kaside sundu. Bunların sonucunda 1573 yılında Sahn medresesine müderris oldu.

Bâkî (987) 1579’da Mekke ve (988) 1580’de Medine kadılığına gönderildi. (989) 1581’de azl edilip İstanbul'a geldi. (992) 1584’te İstanbul kadısı olup (993) 1585’te azledildi. (994) 1585’te İstanbul kadılığına geçti ve o sene içinde Anadolu kadı askerliğine yükseldi. (996) 1587’de istirahata çekilip (999) 1590’da tekrar Anadolu ve (1000) 1591 senesinde Rumeli kadı askeri oldu.[9]

Bâkî, (1003) 1594’te ikinci defa Rumeli kadıaskeri oldu ve o sene yeniden azledildi.(1006) 1597 Recebinde üçüncü defa Rumeli sadrine geçti ve (1007) 1598 Muharreminde istifa ederek çekildi. Refah düzeyi yüksek sakin ve huzurlu bir hayat yaşayan Baki müderrisliğe ulaşmasına rağmen Şeyhülislam olmayı çok istemiş fakat bu mevkie ulaşmayı başaramadan ölmüştü.

Hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulundu, kadı naipliği, Müderrislik, kadılık, kazaskerlik gibi makamlarda görev alan Baki, 1599 Ramazanın 23’üncü Cuma günü yetmiş beş yaşında iken, İstanbul'da vefat etmişti. Cenaze namazını Şeyhülislam Sun’ullah Efendi Fatih musallâsında kıldırdı ve şairin:

Kadrin-i seng-i musallada bilip ey Bâkî
Durup el bağlıyalar karşına yâran saf saf

Beytini tabutunun karşısında okudu. Baki’nin naaşı, Edirnekapı’dan Eyüp’e giden caddenin sol tarafındaki bir setin içine defnedildi. ( Prof.Dr. H. ÖZDEMİR, agy.)

Vefatı sonrasında ebced hesabıyla öldüğü günü ayı ve yılı gösterecek şekilde Bağdatlı Hâdî:

“Bâkî efendi gitti ukbâya bin sekizde “mısrasını tarih düşürmüştü.

Ekli dosyayı görüntüle 3190

Baki'nin divanındaki bir minyatürü

EDEBİ KİŞİLİĞİ:

Bâki, Osmanlı'nın en güçlü devirinde yaşamıştır. Baki, sürekli Topkapı Sarayı'na yakın olmuş, özellikle Kanûnî Sultan Süleyman ile yakın ilişkiler kurmuş, Kanûnî Sultan Süleyman ‘dan iltifat görmüş, 2. Selim ve 3. Murat zamanlarında da hem Saraydan hem halktan büyük bir itibar görmüştü. Vefatından önce bu kadar ilgi ve alâka gören şair oldukça az olmuştu. Hatta vefat etmeden " Sultanüş'şuâra" "Şairlerin Sultanı" diye anılmaya başlamıştı.

Baki çok sayıda da kaside yazmış olmasına rağmen her şeyden önce bir gazel şairidir. Şiirlerinde işlediği konular ise din dışı konulardır. Bâki, hayata ve dünyaya bu kadar bağlı olduğunu gösteren ama ahreti de unutmayan, Istırap ve kederi ifade eden beyitler de yazmış olsa bile hayata bağlılığını yitirmeyen, tasavvuf da çok iyi bildiğini gösterdiği halde daha çok dünyevi konular işleyen din dışı konulara daha fazla yer veren bir şairdir. Onun şiirlerinde hayat bağlı olmanın hayat sevgisinin izleri ortaya çıkar.



Aşk, yaşam zevki ve doğa şiirlerinin başlıca konularıdır. Her ne kadar şiirlerinde dikkat çekecek kadar Tasavvuf etkisi veya tema olarak belirgin bir tasavvuf konusu bulunmasa da, Tasavvuflta da özel bir yeri olan aşk mefhumunu sık sık ve en başarılı şekilde ele alması sebebiyle i Mutasavvuflar tarafından da takdir edilmiş bir şairdir. Şairin şiirleri arasında bir takım tasavvufi beyitlere de rastlamak mümkündür. Ancak şair, bu beyitlerinde tasavvufu konusunu daha çok bir kaide, işlenmesi adetten olan bir kural yönüyle ele almıştır. “Vahdet, kesret, Vücud-ı Mutlak, Adem-i Mutlak, Cemal-i İlahi, tecelli vs. tasavvufi terimler çerçevesinde ifade ettiği beyitler, şairin divanının hacmi göz önüne alındığında pek az yer tutmaktadır.”[10]Bâkî, tasavvûfî ve dinî konularla hemen hiç ilgilenmemiş, hatta divanlarda bulunması âdet olan münâcat, tevhîd, nat gibi şiirlere örnek bile vermemiştir.

Devrinde “sultanü’ş-şu‘ara” olarak anılan Baki’nin şöhreti ve eserleri Anadolu ve Rumeli’yi aşarak Azerbaycan’a, İran’a, Irak’a, Hicaz’a ve Hint sarayına kadar ulaşmıştır. En önemli eseri Divan’ıdır.

Kaside ve gazellerde güçlü ifadeleri canlı dili, edebî sanatları kullanmaktaki ustalığı ile klasik divan şairi görünümündedir. Fakat şeklen de her şeyiyle klasik bir şair zannedilebilecek bir şair olan Baki her açıdan kendinden önce gelen şairleri aşmayı başarmıştır. O şiirde uyguladığı her hususta öncekilerden güçlü ve öncekilere benzemeyen özgün bir şairdir. “ Baki edebî an’aneye sadık kalmakla beraber, nazım diline yeni bir ahenk, getirmiş, nazım tekniğini zamanının verdiği imkân derecesinde mükemmelleştirmiş ve o devre kadar birçok büyük şairlerin bile caiz gördükleri nazım kusurlarından şiirini kurtarmıştır.” [11] Türk şiirinin en yüksek zirvelerinden birisi olan Baki, devrinde bile Sultan’uş Şuara kabul edilmesinin gerekçelerinin farkında olan bir şairdir. Şiirlerinde bu öz güvenini ve şairlik kuvvetini sık sık dile getirmiştir.“ En az seksen beytinde kendisinden, şairliğinden, şiir söyleme kudretinden; şiirlerinin güzelliğinden, eşsizliğinden, üstünlüğünden söz açar. Şairlikteki ününü, gönül ehli/ söz ehli oluşunu; dönemin şairleri, zarifleri arasındaki itibarını dile “ [12]getirmiştir.Baki divan şirinin tekniği en güçlü olan şairlerinden biridir. Onun şiirlerinde teknik hatalara, diğer şairlerde gördüğümüz aruz kusurlarına anlam düşüklüklerine, oturmamış dizelere veya yerinde sırıtan kelimelere çok az rastlanılır. Ahengi ve manayı vezin için feda etmeyen muhakkak olarak vezne ve ahenge uygun en ideal manayı bulup oturtan bir şairdir. Muhayyilesindeki manayı ahenk ve vezin kusuruna düşmeksizin ve en ideal şekliyle külfetsiz ve çok kolay oluşmuş sözler gibi yerine oturtmayı başaran bir şairdir. “Bâkî’nin manada özgünlükten, derinlikten paha biçilmez değerden, bellekte yer eden letafetten yana olduğunu gösterir. Biçim meselesine gelince, Bâkî sözün gösterişli olmasından yanadır. Bununla maksat, işe yaramayan bir süs, gösteriş değil, söze tatlılık, parlaklık, canlılık, akıcılık katan özelliklerin şiirde bulunmasıdır”[13]

Baki, İstanbul şivesini edebiyata sokan, halk arasında kullanılan deyimleri, söyleyişleri atasözleri ve deyimleri kullanmaya özen gösteren bir şairdir. Mahallileşme diyebileceğimiz bu durumu esas alan anlayış, Bâkî’de gözükmektedir. [14]

Şâyed kimesne işide yirün kulağı var /

Şeb-nem göricek gonca hemân ağzı sulandı/

Bî-ihtiyâr zâhidün îmânı gevredi

Şiirlerinde yakaladığı ahenk ve akıcılık diğer divan şairlerine göre belirgin bir fark yaratır. Dil kullanımında çok yeteneklidir. Şiirlerinde oluşturmayı başardığı ahenk ritim ve musiki şiirlerinin farklı bir özelliğidir. Onun şiirlerinde ahenk ses, hece, kelime ve dizelerle oluşan bir tını mimarisidir. Şiirlerinde em küçük sesten dizeye kadar mükemmel bir uyum gözükür. Bun sağlayabilmek adına her ses, kelime ve dize üzerinde ne kadar çok uğraştığı kolayca tahmin edilebilir. Türk, Divan Şiirinin dönemin ünlü akımları ve eserleri seviyesine ulaşmasında çok büyük katkısı olmuştur.

Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş

Beytindeki gibi ahenk konusunda ne kadar usta olduğunun kendisi de farkındadır.

Hattım hisabın bil dedin gavgalara saldın beni
Zülfüm hayalin kıl dedin sevdalara saldın beni

Beytindeki gibi ahenk inşası alt alta her kelimede kafiye meydana gelebilecek düzeye kadar ulaşabilmektedir.

Onun şiirlerinde soyut duyguların somutlaştırılmasında yüksek bir başarı gösterilir. İnsandan doğaya, doğadan insana yaptığı aktarmalarında çok başarılıdır. Cemiyete ait durumları aktarırken, doğadan misaller vererek anlatmak istediği her şeyi mükemmel bir şekilde his ve resmettirir. “Baki insanda tabiatı ve aynı zamanda tabiatta insanı görmeye çalışan, bunda da gayet başarılı olan bir usta şairdir. “[15]

Bâkî’nin, şiirlerinde “gül”e de çokça yer verilmiştir. Gül divan şiirindeki klasik anlayışıyla Baki’nin şiirlerinde de açar. “Bâkî Divan’ında gül redifli altı gazel bulunmaktadır. Gül; goncasıyla, açılışıyla, yapraklarıyla, yapraklarındaki çiğ taneleriyle, dalıyla, dikeniyle, fidanıyla, çeşitli cinsleriyle, görünüşüyle, kokusuyla hemen hemen bütün unsurlarıyla Bâkî’nin mazmun dünyasında çiçeklersultanı olarak tahtına oturmuştur.”[16]

Dürme yüzüni gonca-sıfat bana nâz idüp
Aç verd-i bâğ-ı behçeti ey gül-‘izâr gül

Baki’nin şiirlerinde doğa önemli bir yer tutar, O doğaya bakarken insanı ve cemiyeti görür ve izah eder. Şiirlerinde bağ, çınar, gül, bülbül, bahçe, ırmak, fidan, ağaç, yaprak, rüzgar, vb insanları ve davranışlarını temsil ediyor gibidir. Tabiata bakarak duyguları, insanlara ait, tavırları, eylemleri benzeştirir. Yaptığı aktarmalar diğer şairlerde görülemeyecek kadar, zengin ve ince hayaller ile fikir ve teşbihlerden oluşur

Nâm u nişane kalmadı fasl-ı bahardan
Düşdü çemende berg-i dıraht itibârdan

Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan

…………

Payine yüzler sürer her serv-i dil-cuyun revan
Su gibi bir aşık-ı didar dersen işte ben

Fazla eser kaleme almamış, “fazla eser bırakmaktan çok, “ Baki kalan bu kobbede hoş seda “ yaratacak şiirler yazmaya önem vermiştir. Baki yazdığı tüm şiir türlerinde diğer divan şairlerini aşabilecek kadar başarılıdır. Örneğin Kanûnî Sultan Süleyman'ın "Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han" vefatı üzerine yazdığı mersiye hem teknik olarak güçlü yapısı hem de eşsiz ahengi ile divan şiirinin en ünlü mersiyelerden birisi olmuştur. Gazel ve Kaside türünde de divan şiirimizi zirveye çıkarmış, İran şairlerinden de güçlü bir ahenk ve ustalık göstermiştir.


Başlıca Eserleri


BAKİ DİVANI

Dîvân - (4508 beyitlik, en önemli eseridir. “Bâkî, divanını, ilk defa Kanunî Sultan Süleyman’ın isteğiyle onun sağlığında tertip etmiştir. Daha sonra yazdığı yeni şiirleri de ilave edilerek değişik tarihlerde divanın yeni ve farklı tertipleri ortaya konulmuştur.”[17]

“Bâkî Divanı’nın Türkiye ve Avrupa kütüphanelerindeki yazma nüshaları yaklaşık olarak 100’ü bulmaktadır.Haluk İpekten’e göre Bâkî Divanı’nın şair hayatta iken yazılmış 15 yazma nüshası ele geçmiştir. Bunlardan en eski tarihli olanları hicrî 980 (İstanbul Üni. Ktp. TY 3864), 990 (İstanbul Üni. Ktp. TY 2853), 996 (Süleymaniye Ktp. Esat Efendi 2610 ve Çorum Fevzi Paşa Ktp. 2158), 1000 (İstanbul Üni. Ktp. TY 1969 ve Atatürk Üni. Ktp. Agâh Sırrı Levend 9) “ [18] yıllarında yazılmış yazmalardır.

Bâkî Divanının bir yazma nüshası, Kastamonu İl Halk Kütüphanesi’ndedir. Bu nüshada 37 Hk 2735 arşiv numarası ile kayıtlı olan yazma divanında İçerisinde 18 kaside (1’i eksik), 329 gazel (1’i eksik), 5 musammat (1’i eksik), 10 kıt’a, 21 matla ve 16 Farsça şiir bulunmaktadır.[19]

Baki divanı hakkında Sadettin Nuzhet Ergun, Haluk İpekten, Sabahattin Küçük, Faruk Timurtaş çalışmalar yapmışlar ve Baki divanını günümüz Türkçesine çevirmişler veya divanından seçmeler yayımlamışlardır. (KÜÇÜK Sabahattin, Bâkî Dîvânı (Tenkitli Basım), TDK Yayınları, Ankara, 1994., ÇETİN İsmail, Ulvî-Hayatı, Edebî Şahsiyeti ve Divanı’nın Tenkitli Metni, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ, 1992., ERGUN Sadettin Nüzhet, Baki Hayatı ve ?iirleri, Cilt 1, Sühulet Yurdu Yayınları, İstanbul, 1935., İPEKTEN Haluk, Bâkî (Hayatı-Sanatı-Eserleri), Akçağ Yayınları, Ankara, 2004. )


2-Fezâyilü’l-cihâd:

Ahmed bin İbrahim’in Meşâri’ül-eşvâk ile masâri’ül-uşşâk adlı Arapça eserinin tercümesidir. Cihadın faziletlerinden söz ederek Müslümanları cihada teşvik eden bu eseri Sokullu Mehmed Paşa’nın emriyle (975) 1567 yılında Türkçeye çevirmiştir. Kendi eliyle yazdığı bir nüshası Millet Kütüphanesi’ndedir.


3-Maâlimü’l-yakîn fî sîreti seyyidü’l-mürselîn:

İmâm-ı Kastalânî adıyla şöhret bulan Şibâbü’ddîn Ahmet bin Hatîb el-Kastalânî’nin el-Mevâhibü’l-ledünniye bi’l-minahi’l-Muhammediyye aslı eserinin tercümesidir. Bu eseri de Sokullu Mehmed Paşa’nın emriyle tercüme etmiş fakat birçok ilave ve tadiller yapmıştır. Şair Nev’î tarafından istinsah edilmiş olan nüshada (987) 1579 tarihi bulunduğuna göre, tercüme bu tarihten önce gerçekleşmiştir.

4-Fezâyil-i Mekke:

Bu eser de Sokullu’nun emriyle şairin Mekke kadılığı esnasında, Kütbü’ddin Mehmed bin Ahmed-i Mekkî tarafından yazılmış bulunan el-i’lâmu fî ahvâli beledillâhi’l-harâm adlı eserinden tercüme edilmiş, (975) 1579 tarihinde bitirilmiştir. Mekke’nin tarihinden ve bilhassa Osmanlı sultanlarının oradaki hayratından söz eder.


5-Hadîs-i Erba’în Tercümesi:

Bu eserin varlığından haber veren Nevîzâde Atâyî, Bâkî’nin Eyüp müderrisi olduğu sırada Ebû Eyyûb-i Ensâri’den nakledilen hadislerden kırkını şairin tercüme ettiğini, eserin türbede bulunup ziyaretçilerin istifadesine sunulduğunu bildirmektedir.

Şiirleri

Namı-ı Nişane Kalmadı Fasl- Bahardan

Ferman-ı aşka can iledür inkiyadumuz

Hoş geldi bana mey-kedenin âb ü havâsı

Âlâyiş-i dünyâdan el çekmege niyyet var

Nedür bu handeler bu işveler bu nâz u istiğnâ

Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i Hümâ imiş

Hattım hisabın bil dedin gavgalara saldın beni

Bir lebi gonca yüzü gülzar dersen iste sen

Ezelden şâh-ı ışkun bende-i fermânıyuz cânâ

Hazaniye Kasidesi'nden

Söylemez küsmüş bize canane söylen söylesin

Der-sitâyiş-i Sultân Murâd ibn-i Süleyman Hân -Terci-i Bent

Nedür bu handeler bu ‘ işveler bu nâz u istignâ

Gül-sitân bezm-i şarâb u câm-ı mey güldür baña

Şöyle olmış câm-ı ‘ aşk-ı yârdan mest ü harâb

Lâle-hadler kıldılar gül-geşt-i sahrâ semt semt

Âlem-i vahdetde ey sâkî bizi mest-i Elest

Gerdûn-ı dûna ‘ âkil iseñ kılma i’ timât

Kıldı âfâkı münevver tal’ at-ı rahşân-ı ‘ îd

Eylesün la’ lini dermân dil-i bîmâra meded

Açıl bâguñ gül ü nesrîni ol ruhsârı görsünler

Zahm-ı sînem ol gözi mekkâre gâyet hoş gelür

Künc-i ebrûsın hayâl it gûşe-i gülzârı gör

Hadden efzûn mihrüm ol nâ-mihrbân bilmezlenür

Dil ne mihnetden kaçar hergiz ne gamdan incinür

Dil derdini gamuñla dil-efgâr olan bilür

Yârdan cevr ü cefâ lutf u kerem gibi gelür

Bahâr eyyâmı geldi tâze ‘ âşıklık zamânıdur

Dil-i mahzûna vuslatdan firâk-ı dil-rübâ yigdür

Kızarur bâdeden ol nergis-i mestâne biraz

Zâhidâ ibret gözin aç sûret-i zîbâya bak

Câm la’ lüñdür senüñ âyîne rûy-ı enverüñ

Dilâ cihânı şirişkümle pür-şarâb itdüñ

Serv-kâmetler iki yanın alurlar yoluñ

Gül gülse dâ’im aglasa bülbül ‘ aceb degül



[1] Mehmet Çavuşoğlu, Baki, TDV İA, İst. 1991, C..4, SHF,537*540
[2] Mehmet Çavuşoğlu, Baki, TDV İA, İst. 1991, C..4, SHF,537*540
[3] Ersin Osman SÖĞÜTLÜ, “ Hoş Bir Sada : Baki” Nisan – Yağmur Dergisi, S. 19, Mayıs -
Haziran 2003
[4] Prof.Dr. H. ÖZDEMİR, DİVAN EDEBİYATININ KUYUMCUSU: BAKÎ, fsmsem.fatihsultan.edu.tr/,
son erişim,05-09-2013
[5] Şahamettin Kuzucular,Zati Hayatı Edebi Kişiliği ve Eserleri,
[6] Mehmet Çavuşoğlu, agy.
[7] Mehmet Çavuşoğlu, agy.
[8] Ersin Osman SÖĞÜTLÜ, “ Hoş Bir Sada : Baki” Nisan – Yağmur Dergisi, S. 19, Mayıs -
Haziran 2003
[9] Prof.Dr. H. ÖZDEMİR, DİVAN EDEBİYATININ KUYUMCUSU: BAKÎ, fsmsem.fatihsultan.edu.tr/,
son erişim,05-09-2013
[10] Yard. Doç. Dr. Ali YILDIRIM, BAKİ'NİN DEVRİYYE TÜRÜNDE YAZDIĞI BİR GAZELİ
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi ” Cilt: 10 Sayı: 1, Sayfa:207-215, ELAZIĞ-2000
[11] Dr. Turan KARATAŞ POETİK DÜŞÜNÜŞÜN KLASİK ŞİİRDE DİLE GETİRİLİŞİ: BÂKÎ DİVANI ÖRNEĞİ,
TAED 39, 2009, 449-457
[12] Dr. Turan KARATAŞ, agy, TAED 39, 2009, 449-457
[13] Dr. Turan KARATAŞ, agy, TAED 39, 2009, 449-457
[14] KÜÇÜK, Sabahattin, Bâkî ve Dîvânı’ndan Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları.
[15] KÜÇÜK, Sabahattin (2013) BAKİ’NİN ŞİİRLERİNDE İNSAN-TABİAT İLİŞKİSİ HAKKINDA BAZI
DEĞERLENDİRMELER. ULUSLARARASI TÜRK DİLİ VE
EDEBİYATI KONGRESİ (21). ISSN 2203-4548
[16] Yrd. Doç. Dr.Nazmi ÖZEROL*”BÂKÎ’DE GÜL” ,ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER
ENSTİTÜSÜ DERGİSİ, ISSN: 1308–9196Yıl : 5 Sayı :
9 Haziran 2012
[17] Mehmet Çavu?oğlu, “Bâkî” TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1991, C. 4, s. 540-541.
[18] Haluk İpekten, Bâkî (Hayatı-Sanatı-Eserleri), Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s. 36,
[19] Doç. Dr. Beyhan KESİK, BİR YAZMADAN HAREKETLE BÂKÎ’NİN YAYIMLANMAMIŞ ŞİİRLERİ, Turkish
Studies - Volume 7/1 Winter 2012, p.1489-1500 , TURKEY
 
Geri
Üst Alt